Önüne gelene istediğin gibi yazıyorsun, seni eleştirecek, sana yanlışlarını söyleyecek kimse yok mu?" diye aklınıza bir soru gelmiş olabilir. Haklı ve de doğru bir sorudur bu soru, merak etmeyin herkesin bir Molla Kasım'ı olduğu gibi benim de bir Molla Kasım'ım var. Bana yazdığı eleştiri mektubunu noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyorum, kararı siz verin.
Gazeteyi kurduğum günden bu güne kadar çektiğim sıkıntıları, verdiğim mücadeleleri bir Allah bilir, bir de ben. Kısmen de ailem bilir. Hiç bilmediğiniz bir konuda iş yapmanız ve şehirdeki menfaat şebekelerinin tamamının karşınızda oluşu bir yana, dürüst insanların bile birilerinden korkup, size yanaşamaması işin ayrı bir boyutu. Tüm bu olumsuzluklar karşısında verdiğiniz mücadeleden galip çıkıp, okunma oranında zirveye çıkmanız işin en tatlı ve güzel yönü.
Gelelim asıl konumuza; Birilerinin organizasyonu ile gazetemizden ayrılan vatandaş, yine birilerinin organizasyonu ile internet gazetesi kurmuş. Böyle bir gazetenin, iki veya üç kişi ile yürütülmesi mümkün olmasına rağmen, adamları birileri sırf bize zarar vermek adına finanse edince gazete çalışanlarına aldıkları ücretin üzerinde ücret ödemeyi taahhüt ederek, ne kadar çalışan varsa hepsini almaya kalktılar. Bu arada ben il dışında olduğumdan olayı öğrenince olayla ilgili bir yazı yazıp, gazeteye gönderdim, çalışan arkadaşlarım yazıyı okuyunca beni arayarak, yazıyı yayınlamamamı istediler. Ben kendilerine yazıyı yayınlayın, gelince detaylı konuşuruz dedim. Bunun üzerine benim Molla Kasım'ım aşağıdaki mektubu yazarak mail adresime gönderdi. Mektuptan o kadar keyif aldım ki, anlatamam noktasına, virgülüne dokunmadan sizlere sunuyorum, takdir sizin;
"Belki bu yazdıklarımdan birileri rahatsız olacak, ancak unutmasınlar ki İmam Gazali "Dost acı söyler" buyurmaktadır. Yöneticileri, siyasetçileri, makam mevki sahiplerini eleştirmeyip, sürekli "Padişahım Çok Yaşa" dersek, onlara iyilik etmiş olmayız. Elbette ki doğru yaptıklarını takdir edeceğiz, ancak yanlışlarını da söyleyip, doğru yapmalarına yardımcı olacağız."
Bu sözler çok sevdiğimiz ama sürekli didiştiğimiz patronumuz ve Genel Yayın Yönetmenimize ait. Haklı
! Sonuna kadar haklı! Beşer, şaşar deriz ya! İnsanoğlu mutlaka hata yapacak, hatadan ders alacak, almazsa alması sağlanacak, eleştirecek, eleştirilecek velhasıl, bir şekilde toplumun ahlak ve genel kurallarına uyum sağlamayı başaramasa da, sağlamaya çalışacak hale gelecek ya da getirilecek.
Peki, bunları yazdıktan sonra Samsun'u titretirken, kimseden çekinmeden, korkmadan, her şeye rağmen sendelemeden insanları eleştirirken, 'Ben Samsun'un DENGE'siyim' derken, eleştirildiğin zaman neden kıyameti kopartıyorsun?" diye sormazlar mı adama! Benim, hayatım boyunca ailemden başka padişahım olmadı ki çok yaşa dememi gerektiren bir durum olsun.
Çok değer verdiğim, dostlarım, arkadaşlarım, öğretmenlerim, işverenim, alt çalışanım oldu. Ama hiç kullanmadım bu cümleyi, kullananda da art niyet aradım. Neden mi? Belki yanlış belki doğru. Duygularını olduğu gibi insanların önüne seren insanları sevmiyorum. Sevmiyorum! Yapımda yok. Belki de babamdan aldığım bir şey. "Sev, say ama içinde kalsın. Sevgini sözcüklerin değil yaptıkların, verdiklerin anlatılır" derdi bize.
Hep buna inandım bende. Ama körü körüne değil, haklı olduğunu göre göre. Karşılığını da aldım. Kimsenin, samimiyetimden şüphe ettiğini görmedim. Belki kırdım, belki üzdüm, belki sinirlendirdim, belki bağırmasına sebep oldum. Ama beni tanıdıkları için, içimde olanı görmezden gelip, "Evet ya! Tabiî ki sensin senin doğrun mutlak doğru" demeyeceğimi bildikleri için nefret ettirmedim kendimden. Doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım ve ya söyledim.
Evet, kızmakta, ödetmekte haklıydı. Ama biz bu haklılık oranını daha sonradan öğrendik. Beklentim şuydu. Karışmayın ve yayınlayın. İstiyorsanız gelince oturur tartışırız. Ama yayınlayın deyip kapatabilirdi telefonu. O telefon görüşmesi 3 -4 kişi ile yapıldı. En kıdemlisinden en kıdemsizine kadar herkes dikenin üstünde geçirdi hafta sonunu. Pişmanlığın verdiği korku da cabası
Ben mi? Hayır çok rahattım. Sebebi ise, doğru bildiğimi, inandığımı söylemiş olmanın verdiği rahatlıktı bu. Belki oturup tartışıldığı zaman evet doğru bilmiyormuşum dedim. Ama ben o an, o kadarını biliyordum ve o bildiklerim doğrultusunda o an doğru benim için oydu. Dedik ya beşer şaşar
Beşerdim şaştım. Ama o an değil, içini dışını öğrendikten sonra. Sorgulamaya hakkım yoktu. Evet doğru. Sorgulamadım. Fikrimi söyledim.
İmam Hatip Lisesi mezunuyum ben. Bir gün hocalarımdan birine "Hocam hiç Müslümanlığı duymamış birisi de cehenneme mi girer?" diye bir soru sordum. "Düğün daveti eline ulaşmamış, hiçbir yerden de bunu duyma şansı olmayan bir insanı, "Düğüne neden gelmedin?" diye suçlayabilir misin?" dedi. "Tabiî ki hayır" dedim. "İşte bu da ona benzer" dedi.
Şimdi, biz düğüne katılmadık ki, kim kimi nasıl ağırladı bilelim. Sahibi de sizsiniz, ağırlayan da. Bize anlatıldı dinledik. Yerli ya da yersiz yorum yaptık. Ama o kadarını hak etmedik.
"Padişahım çok yaşa" diyen olmaktansa, "Kral çıplak" diyen olmayı tercih ediyorum.