HİSSİYAT SAHİBİ OLMAK…

Sami Kesmen

      İlim öğrenmek, İslamın emrettiği hususlardandır. Bir toplumun alimlerine bakarak, o toplumun genel durumu hakkında bir kanata varılabilir. Alimleri, amirleri ve tacirleri iyi olan toplumların huzurlu ve mutlu olacağı Peygamberi bir mesajdır. Ticaret yapan, bazen kazanır bazen de kaybedebilir. Genel durum ticaret sahibini de etkiler. Bu nedenle ticaret bir müktesep değil, tecrübedir.
      Amirlik de, başkalarının emirleriyle veya onayıyla elde edilen bir pozisyondur. Yönetim şekline göre usulü ve şartları belirlenerek görevlendirmeler yapılır. Görevlendirme bittiğinde veya görevlendirenlerin kullanacağı takdir yetkisiyle görev sona erer ve amirlik bitmiş olur. Görev pozisyonundan ayrıldıktan sonra amirlik sıfatı da sona ermiş olur, her ne kadar bir müktesep elde edilmişse de görevlendirme yapılmadan tekrar kendi iradesiyle kişi amir olamaz.
      Alim olmak zordur. Sürecin tamamı büyük ölçüde kişinin iradesiyle yürümektedir. Her gün bilgiye yeni bir bilgi ilave edemezse kişi alim olamaz. Alimin sermayesi bilgisidir ki, onu elinden kimse de alamaz.
      Zenginlik ve idari pozisyonlar anlık gelişebilir. Allah takdir eder, kişi ticaretinde kısa zamanda mesafe alır. Allah ihsan eder, kişi hiç hesap etmezken bir anda amir olur. Ama, alim olmak için çok zorlu bir süreç vardır ve bu süreci kişi kendi gayretiyle yürütür. Bir anda alim olunmaz, alim olmak için her anın anlamı vardır. Alim olduktan sonra da, sağlık durumu hariç sahip olunan bilgi kişinin sermayesidir. Bilgi müktesep bir durum ortaya koymuştur ve kişi alimdir. Alim olarak hayatının sonuna kadar devam eder. Hiçbir şart onun elinden alim olma sıfatını alamaz.
      İlk emri oku olan bir dinin müntesipleri olarak, ilim sahiplerine çok değer veririz. Onların bilgilerine göre de hayatımızı şekillendiririz. Ancak, tarihi süreç göstermiştir ki, toplumdan kopuk olan alimler, ilimlerinin kendilerine sağlayacağı itibarı elde edememişlerdir. Rabbini tanımayan alimler, bulundukları toplumda görünmüşler ve silinmişlerdir.
      Kişiyi yaratanına ulaştırmayan, toplumuyla kucaklaştırmayan bilgide bir eksiklik vardır. Eğer bilgide eksiklik yoksa, imandan yoksunluk söz konusudur. Pozitif olsun negatif olsun her ilim objektif ve ön yargısız bakıldığında insanı bir yaratıcıya ulaştırır ki o da Yüce Allahtır.
      Alim olmak, arif olmak için yeterli değildir. Arif olmak için teknik olarak bilinen alimlik bilgisine ihtiyaç yoktur. Ama, alim olabilmek için arif olmanın gerektirdiği imana, sağ duyuya ve toplumsal anlayışa ihtiyaç vardır. Alimlik, salt bilgi sahibi olmak değildir.
      Zaman zaman toplumun içinde deli diye isimlendirilen öyle kimseler görülür ki, söyledikleri bir cümleden bir kitap dolusu bilgi çıkartılabilir. Öyle de alimler görülür ki, ciltlerce eserleri olmasına rağmen ne söylediklerinin ne de yazdıklarının izleri toplum içinde görülmez. Kendilerine itibar edilmez, sözleri de dinlenmez. İsabetli bir değerlendirme de yapamazlar.
      Bu tecrübeden hareketle denir ki, “bu toplum alim değil ama ariftir”. Yani kitabi bilgilere sahip olmasa bile imanın gücüyle, vicdanın sesiyle, hissiyatının ifadesiyle çok isabetli şeyler söyler, çok isabetli karalar verirler. Alimlerimizin arif olması, ariflerimizin de alim olması en büyük arzumuzdur. Hissiyat sahibi, gönül insanı alimlerin topluma rehberlik yapması, o toplumun huzuru ve güveni için en önemli ve değerli sermayedir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.