(Dünden devam)
"Ezanın dili, sözleri, okunması ve edebi, bizzat Şanlı Peygamberimiz ve aziz ashabı tarafından tesbit ve tertib edilmiştir ve bundan Allah razı olmuştur. Her zaman ve her yerde ezan, ancak, Allah ve Resûlü'nün istediği şekilde, biçimde, dil ve edepte okunur." (Bknz: İlm-i Hâl, Seyyid Ahmet Arvasî, Burak Yayınevi, İstanbul 1997, Sf. 220)
"Bu bakımdan hiç bir saat yoktur ki, İslâm mâbedlerinin yüksek minarelerinden bütün insanlığa Yüce Allah'ın varlığı, birliği, büyüklüğü, Peygamberimizin Risaleti, namazın kurtuluşa ve mutluluğa sebeb olduğu, yüksek bir sesle ilan edilmiş olmasın. Ne şerefli bir hakka davet görevi!.." (Büyük İslâm İlmihali, Ömer Nasuhi Bimen, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul, 1992, Sf. 142)
Biz, ezânsız semtlerin ezânla şereflenmelerini arzuladığımız kadar, okunan ezânın "SES'inin de, hiç kimseyi rahatsız etmemesini isteriz.
Bilhassa, sabah ve yatsı ezânlarındaki "SES"in çok rahatsız edici olduğunu, Diyânet yetkililerinin bilmesi gerekir. Nöbetten gelen veya nöbete gidecek olan "doktor, hemşire, hastabakıcı, polis veya subay..." ile, hasta yatağında kıvrananlar, hattâ, Müslüman olmayan kişiler de düşünülmelidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in: "Müslüman olmayan komşunun bir hakkı, Müslüman komşunun iki hakkı, akraba olan komşunun üç hakkı vardır" mübârek sözleri akıldan çıkarılmamalıdır.
İlmî kayıtlarda herkesin bildiği bir husus vardır ki, buna göre, 65 desibel (dB)üzeri ses, yüksek ses sayılmaktadır. Bu ses, 85 desibeli geçince tehlike başlamaktadır. Bu tehlike, insan p(i)sikolojisini bozmakla başlar. Zâten, gürültü kirliliğinden oldukça rahatsız olan insanımız, hoparlör'den gelen bu sesten de oldukça rahatsızdır.
Fakat, sırf, sanki ezâna karşı oluyormuş intibaından dolayı da herhangi bir şikâyette bulunulmamaktadır. Kaldı ki, rahatsızlık duyulan şey, tekrar ediyorum, (SES)tir.
Sâdece bu değildir. Tabiî ki, bu (SES YÜKSEKLİĞİ)yle birlikte (SES BOZUKLUĞU/ÇİRKİNLİĞİ) ve bir de (SESLERİN BİRBİRİNE KARIŞMASI)dır.
Yine tekrâren söylüyorum: Türkiye'nin hangi mıntıkasında olursanız olunuz - ki, bunu, çok yerde müşahede ettim- okunan ezânların hemen hemen hepsi anlaşılmazdır. Bir ezânı, bir yerde oturup, şöyle huşu içersinde dinlemek hemen hemen çok nâdirdir ki, dinleyebilen bu insanlar da gerçekten bahtiyardırlar.
Peki, "ekolu" denilen mikrofonların da, câmi içindeki kulak tahribatına ne demeli?
Söyleyeyim mi? Gösteriş ve özenti!..
Bir dîğer husus, ezân okunup bittikten sonraki "dı dı dı dı dıd/ dı dı dı dı dıd/dı dı dı dı dıd" sesleridir. Nasıl iştir ki, salâhiyet sâhiplerinin, meselâ; vâlilerin, kaymakamların, müftülerin, imamların hiçbiri bu sesi duymazlar?
Merkezden okunan ezân seslerinin hoparlörden dolayı birbirine karışması bir yana, ayrı ayrı/münferit olarak, her câmiden okunan ezânların da bilhassa sabahları aynı yüksek ses ile, fakat birbirinden farklı zaman aralıklarıyla okunması da başka bir çıkmazdır.
Evinizdesiniz. Sabah namâzı okunmuş, namaza durmuş hattâ namâzınızı edâ etmişsiniz. Bir de bakıyorsunuz ki, şu, şu, şu câminin hoparlöründen bangır bangır bir ezân sesi!..Nerelere, kimlere 'SES' ulaştırmakla mükellefsiniz acaba?..Bitişiğimizdeki câmide, zâten aynı ses yüksekliğinde ezân okunmuş hattâ vakit namazı bile kılınmıştır...Peki, siz, ne yapmak istiyorsunuz?
Câmi içinde üç -beş kişi, bilemedin, onbeş kişi cemaatle namâzdayız veya bir mevtânın etrafında onbeş-yirmi kişi yer almış, imam, hemen mikrofonu yakasına iliştiriyor ve başlıyor.
Câmide, mırıldanma yok fakat, mevtânın etrafındaki cemaat başlıyor mırıldanmaya!.. Aslında, normal ses'le bile, bu kadar kişiye ulaşmak mümkündür. Bu da, mikrofon merakı olsa gerek !..
Peki, bundan bilmem kaç yüz sene önce, şu 'mikrofon ve hoparlör' denilen âlet icat edilmeden evvel, şu târihî câmilerimizde, namâz nasıl kılınır ve kıldırılırdı, aklım almıyor?
Tabiî ki, mevzûm "SES" olduğu için, câmi içindeki 'sıraların, sandalyelerin, oturakların", o güzelim mekânları ne hâlde getirdiğini de sâdece hatırlatmak istiyorum.
Bir de; üst kat ile, hiçbir irtibatı olmayan bir alt katta, cemaatle nasıl namâz kılınıyor, onu da hatırlatıp, sâdece bir not düşeyim. Üst kattan alta bir kablo uzatılıyor ve cemaatle namaz -bilhassa cuma namazı- kılınıyor. Olur mu? Ben, nereden bileyim!..
"Oldu" diyorlar!..Hiç kimseden bir şikâyet yok!..Hiçbir salâhiyetliden de, bunun 'olmaz'ına dâir bir işâret yok!..
Öyleyse; ya bu hoparlörler kaldırılsın yâhût da hiç değilse doğru kullanılsın!..Bu iş; bu hoparlör ve bu mikrofon sevdâsıyla yürümüyor.!..
İLİNTİ-1: 2016 yaz mevsimini, memleketim T(ı)rabzon'un 'yeşillikler okyanusu' adını verdiğim Beşikdüzü ilçesinde geçirdim. 12 Eylül 2016 Pazartesi akşam ezânı okunduktan kısa bir süre sonra elektrikler kesildi. Bulunduğum mekân, Vakfıkebir'e de çok yakın mesâfede olup, hoparlörle okunan ezânı , neredeyse, oranın da her câmiinden dinlemem mümkün... Tabiî ki, elektrik kesintisinden bahsediyorum: Yatsı ezânını bekledim. Her nedense, mevcut minârelerden hiç birine çıkıp da bir ezân okuyan olmadı. Daha doğrusu, yatsı ezânı namına hiçbir ezân sesi duymadım/duymadık.
Bu durumun aynını, aynı yerde, 15 Ağustos 2014 cuma gecesi de yaşadım. Tıpatıp aynı!..O zamanki vaziyeti, "Elektrikler Kesildi: Ekmek Çöktü- Ezân Sustu" başlığı ile, Samsun'da yayınlanan Olay Gazetesi'nin 11-12 Ekim 2014 târihli nüshasının 8. sayfasında ve Ankara'da yayınlanan Çağrı Dergisi'nin Kasım 2014 târihli sayısının 7. ve 8. sayfalarında belki bir duyan olur da çâre bulur diye yayınlamıştım. Demek ki, duyan olmamış!..
Şâyet, ' elektrikler kesilince' minâreler bir işe yaramıyorsa, ilgililer/salâhiyetliler ve mes'uller bunun da çâresine bakmalıdırlar.
İLİNTİ-2: 12 Eylül 2016 Pazartesi günü ise, Kurban Bayramı'nın birinci gününü idrâk ettik. Bayram namazından sonra atılan mermiler ile, belki bir ordu donatılırdı...Peki, bu bayramın, bu mermilerle ne alâkası bulunduğunu, hem Diyânet İşleri Başkanlığı'ndan ve hem de İçişleri Bakanlığı'nın emniyet salâhiyetlilerinden öğrenmek istiyorum. Bu silâh seslerini de, hiçbir muhtar, hiçbir kaymakam, hiçbir emniyet müdürü, hiçbir vâli, hiçbir müftü duymamış mıdır? Bu hususta hangi telkin yapılmış ve hangi idârî tedbire müracaat edilmiştir, bilmek hakkımızdır.
Câmi önlerinde/avlularında patlayan bu silâhların saçtığı tehlike niçin ve ne adına görmezden gelinir?
İLİNTİ-3: Aşağı yukarı-ortalama olarak- her câmi girişinde- içinde bir miktar mâdenî para bulunan bir naylon leğene rastlıyorum. Bu leğenin hangi mânâya geldiğini de merak ediyorum. Açıklayan bulunursa, sevinirim!..
İLİNTİ-4: Yerli ve yabancı, ekserisi, son birkaç senedir memleketimize gelen/getirilen Suriyeli mazlumlar câmi önlerinde. perîşândır. Hattâ, cuma namazı sonrasında, câmi içlerine kadar varan bir keşmekeş mevcuttur. Her boyda çocuk ve genç kadınlar kucaklarında bebekleriyle...Tam bir rezâlet!..Aklım almıyor!..M. H. K.