Hoşgörü mü yoksa ihmal mi?

Fatih Kelleci

      Genel ya da yerel gündemlerden takip ettiğimiz kadarıyla son zamanlarda misyoner faaliyetleri sonucu din değiştiren insanlarımızın olduğu malumumuz üzere yavaş yavaş alışmakta olduğumuz bir gerçek artık.Bireysel hak ve özgürlükler açısından ele alındığında, kişinin inanç dünyasında dilediği tercihi yapması normal karşılanmaktadır.İnanç zeminli manevi doyuma ulaşmada İslam dininin yeterli olmadığını düşünüp,yeni doğmuş bir bebeğin günahkar olduğu gerekçesi ile yıkanması (vaftiz) ya da teslis (baba,oğul,kutsal ruh) anlayışı gibi akıl almaz dogmalara rağmen kendisine mükemmel din olarak hristiyanlığı seçen insanımızın tercihini şahsen ben de din ve vicdan hürriyeti temelinde değerlendirip 'senin dinin sana benimki de bana' der susarım.

       Ancak gençlerimiz üzerinde, özellikle de üniversite öğrencileri seçilerek yapılan bu çalışmaların  neticesi, inanç planında bir kabulden çok sosyal ve ekonomik zaaflardan kaynaklanan çaresizliğe dayalı teslimiyet olarak da tezahür etmektedir. Gazetemizde öncelikli haber olarak da yer verdiğimiz gibi, sonuç olarak eldekiler neler diye bakarsak, gördüklerimiz;  parçalanmış aileler, ortada kalmış çocuklar ve amaçsız bir maceranın heyecanına kapılmış gençler.

       Bu meselenin tam olarak beni ilgilendiren tarafı da burası kıymetli okurlar.

       Başında da belirttiğim gibi inanç dünyasında varolan ne kaynaklı olduğu kendisini ilgilendirecek bir boşluğu doldurma arayışı sonucunda huzuru hristiyanlıkda bulan arkadaşa söylenecek bir sözüm yok.

       Ancak, dinini değiştirmesi için türlü propagandalarla zayıf noktasından yakalanmış olan,

       Genç kardeşim,

       Eğer içerisinde olduğun kalabalıklar seni ekonomik çaresizliğe itmişse ve sen; hasta annenin ilaçlarını alabilmek için, sakat kardeşini tekerlekli sandalye ile sevindirebilmek için ya da okuyup adam olmak adına tahsiline devam etmek için cebine konan birkaç yüz dolara mecbur bırakılmış, vicdanını ona bedel biçenlere teslim etmişsen, seni farkedemediğim için ben de, seni görmezden gelen cemiyet de, seni sahiplenecek politikalar üretemeyen siyasetçilerimiz de çaresizliğin karşısında masum değiliz kabul.

      Seni farketmemize yardımcı ol ve sana açılması gereken kapıları çal.

      Çaresizlikten çok, önce bir merak eden, sonra heyacanlanan ve sonra da vicdanıyla inatlaşan,

     Genç kardeşim;

      Sana ikram edilmiş olan hayatın cümbüşü seni cezbetmiş ise ve eğer biraz takılmaksa maksadın renkli gecelere, karışanın mı vardı sanki, yaşasaydın ya dilediğince!.. Bunun için din mi değiştirilir? Sana ikramda kusur etmeyen bu din tacirlerinin karşısında kendini çok kıymetli ve seçilmiş birisi gibi gördün öyle mi? Dedin ki kendi kendine ben bu insanlar için çok değerliyim o halde ben de onlardanım, öyle mi? Peki hiç düşündün mü; deden, baban, ağabeylerin senin kadar değerli değil miydile? Çok değerliydiler hem de çok.

     Deden Çanakkale'ye koşarken, baban Kore'ye, Kıbrıs'a giderken ve ağabeylerin Cudi'ye, Gabar'a, Kandil'e çıkarlarken ikramların en büyüğüne talip olmuşlardı. Şehadet.

     Onlar, geri dönmeyeceklerini bildikleri halde rahattılar. Neden biliyor musun?
     Çünkü, geride bıraktıklarını emanet ettikleri koskoca bir sen vardın.

     Yiğidim;

      Senden bugün dinini istediler verdin. Yetecek mi sanıyorsun onlara. Verebileceğin daha çok şeyin olduğunun farkında mısın. Vatan sevgin, bayrak aşkın, tarihimize olan saygın, milletimize olan aidiyet duygun ve muasır medeniyet ülkün duruyorken sende hala, onlar senin sadece Allah'a olan inancın ve şeklen nasıl ibadet edeceğinle mi ilgileniyorlar sanıyorsun.

      Peki ya sizler... Anneler, babalar, yazarlar, çizerler, siyasetçiler, hukuk adamları v.s... Oturduğunuz yerlerinizde bekleyip sonunu görme kararlılığında mısınız hala. Sizce bu gayret sadece sıradan bir din tebliği mi? Geleceğimizin çalındığını ne zaman göreceksiniz, gelecekte mi?

     Umarım, bugün gözlerimiz önünde cereyan eden bu gelecek avı ve avcılarına gösterdiğimiz, hoşgörü mü yoksa ihmal mi belli olmayan reflekssiz, sessiz ve ümitsiz bekleyişimiz yüzünden yıllar sonra köklerinden sökülmüş, bağlarından kopartılmış, kültürüne, tarihine özetle milliyetine yabancılaştırılmış bir neslin hezeyanları karşısında çaresiz kalan bizler olmayız.

      Kederini, sürekli derinlerde hisseden milli şairimiz Tevfik Fikret, 'Sabah Olursa' şiirinde oğlu Haluk'a; 'Bakışlarım seni geçmişte görmek ister' derken, gençliğe de şöyle sesleniyordu;

     Ümidimiz bu,ölürsek de biz yaşar mutlak,
     Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak.

     Son olarak;
     Bilmeni isterim ki, sen beni ne kadar inkar etsen de ben senin kökünüm sen de benim geleceğimsin yiğidim.

     Birbirimizi unutmayalım,birbirimizden kopmayalım.

     Not: Hatırlayamayanlar için, Tevfik Fikret Milli Mücadele yıllarında yaşamış bir şairimiz. Haluk da onun başpiskoposluğa kadar yükselmiş olan oğludur.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.