HÜSRÂNA UĞRAMANIN SEBEBİ...

Sami Kesmen

İslâm dini, hakkın ve adaletin yanında durmayı emreder. Bilerek yanlışları savunmak, hem ahlâkî yozlaşmanın hem de iman zafiyetinin açık göstergesidir. Kur’an-ı Kerimde; “Bile bile hakkı bâtılla karıştırmayın ve hakkı gizlemeyin.” (Bakara 2/42) buyurulmaktadır. Bu ayet, çıkar veya menfaat uğruna yanlışı savunmanın ve hakkı gizlemenin açıkça yasaklandığını gösterir.

Yanlışları savunmak; adaleti bozar, toplumu ifsad eder ve fitneye sebep olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78) Yanlış olanı savunmak bir yana, düzeltmeye çalışmak imanın gereğidir.

Bir kimse, bilerek yanlışı savunduğunda, kendi şahsiyetini satmış, onurunu menfaate değişmiş, haysiyetini çürütmüş olur. İnsanın kişiliği, onun hak karşısındaki tavrında belirginleşir. Menfaat için eğilip bükülen, adaletten sapan bir insan; karakterini ve şerefini kaybetmiş demektir. Onur; Hakkın yanında durmakla korunur. Haysiyet; doğrulukla inşa edilir, yanlışla leke alır. Karakter; doğrulara sadakatle şekillenir, eğrilikle sarsılır. Şeref; Hakikate teslimiyetle artar, yalana hizmetle silinir.

Kur’an, bozgunculuk yapanlara karşı uyanık olunmasını ister. “Yeryüzünde bozgunculuk yapma!” dediklerinde, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Dikkat edin! Asıl bozguncular onlardır, fakat farkında değiller.” (Bakara 2/11-12) Bu tür insanlara karşı; zulmü meşrulaştırmalarına sessiz kalınmamalı, yanlışları savunmalarına meşruiyet kazandırılmamalı, iyilerle kötüler arasındaki sınır netleştirilmelidir.

Yanlışı savunanlar; sadece bireysel bir sapkınlık içinde kalmaz, toplumun adalet terazisini de bozarlar. Bu kişiler; Hakkı bâtılla örter, mazlumu yalnız bırakır, zulmün kurumsallaşmasına katkı sağlar, nesillerin hakikat anlayışını çarpıtır. Bu durum, toplumsal çürümenin zeminini oluşturur ve güven duygusunu yok eder.

Bu tür insanlar için hem dünyada rezillik, hem de âhirette ağır bir azap vardır: “Kim hakkı gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahla dolmuştur.” (Bakara 2/283) “Zulmedenler yakında nasıl bir inkılâpla devrileceklerini bileceklerdir.” (Şuarâ 26/227) Yanlışı savunarak geçici menfaat elde edenler, ebedî kurtuluşu kaybederler. Dünya sahnesinde belki kazançlı görünseler de, hakikat karşısında iflâs etmiş durumdadırlar.

İslâm; hakkı ayakta tutmayı ve bâtıla karşı net bir tavır almayı emreder. Menfaat uğruna yanlışı savunmak; bir mü’minin onurunu, şahsiyetini ve ebedî ahiretini tehlikeye atan büyük bir vebaldir. Bu tür insanlar karşısında susmak da bir nevi ortaklıktır. Müslüman; zalimin yanında değil, mazlumun safında yer almalı; adaletin savunucusu olmalıdır. Aksi takdirde; dünya hüsranı bir yana, âhirette de elim bir azap beklemektedir.

Yanlışı savunmak, tarafı olmak ve yanlışa ses çıkarmamak; ilâhi hüsran sabebidir. Bunu menfaat ve çıkar elde etmek için bile bile yapmak; dünya ve ahireti kendi elleriyle karartmak demektir. Sosyal Hayatta, ticarette ve siyasette çokça görülen yanlışa sessiz kalma hâli; toplumsal huzuru dinamitleyen unsurların başında gelir. Aileye rahmetin, kazanca bereketin gelmesine engel olur.

Yanlışta; göz yaşı vardır. Başkasının göz yaşı üzerine mutluluk bina edilemez. Yanlış karşısında susmak; göz yaşına ortak olmaktır. Böylesi bir sessizlik; hüsrân sebebidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.