Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz başta olmak üzere, tüm Peygamberler dahil, beşer olan bütün insanlar dünyada ilahi imtihandan geçmiş, kıyamete kadar da bu fıtrat kuralı böyle devam edecektir.
Müslüman iddialı olduğu konuda imtihan olur. Bunu kendi ister, haliyle ve diliyle ya diğerlerini eleştirmiş ya da kendisi o konuda kibre kapılmıştır. Bunun için de, bildiğini iddia ettiği konuda imtihan edilmiştir. İmtihanda olduğunu bilmek erdem, imtihanda iddialı olmak intihardır. Kusurunu fark edip itiraf; kulluk, hatada ısrar; şeytanlıktır. Kişi kulluğu da şeytanlığı da kendisi tercih eder. Bu tercih imtihanın sonucunu da belirlemiş olur.
Kibir; beşerin ilahi imtihanı kaybetmesinde en büyük ektendir. Yaratan katında acizliği kabul etmek ise en büyük iltifat vesilesidir. İnsanlara karşı gururlanmak ve kibir yapmak, Allah'a kafa tutmaktır. İnsanlığın inşasında ilk imtihan bu konudan olmuş, Hz. Adem Allah'a boyun eğerek insanlık sürecinin ilk imtihanında başarılı olmuş, şeytan Yaratana kafa tutarak asi ünvanını almıştır.
Hz. Adem ilk nesli Kabil ve Habil arasında da tevazuca kibir imtihanı yaşanmıştır. Habil Yartana boyun eğip, insanlığa tevazu göstererek örnek ilân edilmiş, Kabil Allah'a kafa tutarak şeytanı temsil etmiştir. Kibir ve gurur, tevazu ve nezaketle savaş halindedir. Birinin olduğu gönülde diğeri bulunmaz, ötekinin olduğu kişide öbürü hayat şansı bulamaz. Fıtrat böyle cereyan etmektedir.
İlk insanın sınavı bu ise ve insanlık bu sınav üzerine inşa edilmişse; kıyamete kadar tüm beşerin en çok karşılaşacağı imtihan alanı da budur. Peygamberlerin tamamı tevazu örneği sergilemişler, en büyük müsibetlerle karşılaşmalarına rağmen ne Yaratana ne de yaratılana sızlanma yapmamış, hallerini şikâyet konusu yapmamışlardır.
İhtiyatlı olmak esastır ama iddialı olmak istisna bile değildir. İşinde, çalışmada, gayretde iddialı olmak başka bir şey, imtihan vesilesi olan konularda iddialı olmak başka bir şeydir. Birisi; üzerine düşeni yapmak, diğeri; karşılaşılan olaya tavır almaktır. Elbette ikisi de kulluğun gereğidir ama bahse konu yaptığımız iddia; kişinin önüne çıkan olaya karşı göstereceği tavır konusunda iddialı olmasıdır.
Dünyanın güzel nimetleri bu konuda imtihan vesilesidir. Şehvet, şöhret ve servet bunların başında gelir. Yüce Allah da, bu nimetlerin güzel olduğunu hatırlatmıştır. Ancak, daha önemlisinin ahiret olduğunu da bildirmiştir. Bu nimetlere sahip olmayı ayrıcalık görmek kibir, nimetin sahibini fark edip Allaha şükretmek tevazudur. İlahi imtihanın sorusuna cevap da tam burada oluşur. Kibir sahibi olan kaybeder, tevazu sahibi olan kazanır.
İddialı olmak kibir, ihtiyatlı olmak tevazudur. Birisi şeytani, diğeri rahmani bir tavırdır. İddialı olunan konuda, iddianın sahibi mutlaka bir şekilde testten geçer. Bunu bazen fark eder, bazen bedelini öderken anlar. Enaniyet, hiç bir şekilde hayırlı sonuca götürmez. Gönlü hoş eder ama hayatı mahveder. Bunun örneklerini başta hayatımızda olmak üzere çevremizde mutlaka görürüz.
İddialı olmak, kibirdir. Kibir, enaniyettir. Enaniyet, bilmeden ilahlık taslamaktır ki gizli şirktir. "Burnu havada olmak" tabiriyle atalarımız kibrin duruşunu tarif etmişlerdir. "Ayaklarını vurarak yürüme, büyüklük taslama, küçük görme" gibi uyarılarla da yüce Allah konuyu açıklayarak, eylem sahiplerini ikaz etmiştir. "Besleme, Allah izin verirse, inşaAllah" gibi kavramlarla enaniyet törpülenir, kibir önlerin, gurur kırılır.
Müslüman, işinde iddialı olmalıdır. İşini güzel yapma konusunda iddia bir duadır. Ama kusursuzluk ve hata yapmama konusunda iddia, emniyettir. Böylesi iddia sahibi olanlar mutlaka testten geçmiş veya geçeceklerdir. "Ben bilirim, ben yaparım, ben etkilenmem, ben günah işlemem, ben hata yapmam" gibi enaniyet merkezli söz, tavır ve yaklaşımlar mutlaka bir bedele dönüşür. Ödenen bedelin neyin sonucu ve ürünü olduğunu bilmek de kişiyi "Adem/Adam" eder.