İLAHİYATÇILAR VEBAL ALTINDALAR

Adnan Bahadır

Yüce kitabımızda “Vema kane linefsin en temüte illa biiznillahi kitaben müeccela” buyrulmakta.  Yani; ‘Hiçbir nefse Allah’ın izni olmadan ölüm yoktur.’ buyrulmakta. Buna imanımız tamdır, ecel gelmeden ölüm yok ama ölümün şeklini belirlemede irademizin etkisi olabilir. Kendimizi korumaz isek daha eziyetli bir ölümle karşılaşabiliriz. O nedenle bu sıralar sağlığımıza çok dikkat etmek zorundayız. Hem kendimizi hem de etrafımızdaki insanları korumak adına bunu mutlaka yapmalıyız. Aslında bu konuyu ilahiyatçıların irdelemeleri gerekir. Fuzuli tartışmalarla uğraşacağına bu konuyla ilgili yorum yapsalar daha doğru olacağı kanaatindeyim. Ölüm biz insanlar için en büyük ders, en büyük değişim, en büyük imtihanın başlangıcıdır. Hayatımız boyunca yaptığımız zerre kadar iyilik ve kötülüklerin karşılığını bulacağımız yeni bir âleme göç etmek Allah’ın koyduğu en önemli kanunlardan biridir. Ölüm hiçbir zaman sevilmez ama kaçışı da olmayan bir olaydır. Ölüm olmasaydı insanoğlu öyle azgınlaşır, öyle zalim olurdu ki dünya yaşanmaz hale gelirdi. Güçlüler zayıfları ezer, zalimler dünyayı yönetirlerdi. 

Âlemleri yaratan Yüce Rabbimiz öyle güzel sistem kurmuş ki ana rahminden ölüme kadar yaptığımız her şeyi kayıt altına almakla kalmamış neyin doğru olduğunu, neyin yanlış olduğunu, geçmiş kavimlerde yaşanan olayları da misal vererek anlatmış, bir anlamda bu dünyada ahireti kazanıp kazanmayacağımızı da bizlere anlatmıştır. O kadar güzel bir kitabımız var ki anlatamam. Ana rahmine düşüşümüzden itibaren kaç ayda dünyaya geleceğimizi, dünyaya geldikten sonra İslam fıtratı üzere doğduğumuzu ama bunu ebeveynimizin yönlendirmesiyle değiştirebileceğimizi, kaç ay anne sütü emeceğimizi, ergenlik çağına geldiğimizde mükellef olduğumuz konuları, hayatın bize yüklediği sorumlulukları, ticaret yaparken dikkat etmemiz gereken tartı, faiz, haksız kazanç konularını, komşuluk hukukunu, anne babaya karşı sorumluluklarımızı, sizin anlayacağınız her şeyi mükemmel bir biçimde bizlere anlatmaktadır.

Bazıları Eflatun, Sokrates, Aristo ve batı kültürünün yetiştirdiği felsefe ve mantıkçılardan istifade etme cihetine gidince onlara acıyorum. Bu insanların ortaya koydukları tezler, fikirler, sosyal deneyler Kuran-ı Kerim’de çok daha detaylı anlatılan ve sonuçlarının da ne olduğunu anlatan ayetler olmasına rağmen bazı batı hayranlarının onlara adeta tapmaları bilgisizliğin ve acziyetin ta kendisidir. Bu insanların hayatlarının nasıl bittiğine bakarsalar ne demek istediğimi çok daha iyi anlamış olurlar. Bizim en büyük sıkıntımız ilk emri oku olan kitabımızı okumadık. Allah’la, kitapla, tevhid akidesiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanların ortaya koydukları öğretileri Arşimet’in yer çekimi kanununu bulduğu zaman sokağa çıktığı gibi bunların peşine düşmüşüz. Oysaki elimizde öyle mükemmel bir kitap var ki onda matematiğinden fiziğine, felsefesinden sosyolojisine, mantığından kimyasına her şey var ama biz okumamışız. Okuyan insanlardan da istifade etme cihetine gitmemişiz.

İnsanoğlunun atası olan Âdem Peygamberden son peygamber ve bizim de peygamberimiz olan Hazreti Muhammed’e kadar gelip geçen önemli olayları tekrar ederek anlatan yüce kitabımızın bu tekrarları neden yaptığını, yaşanan olayları neden anlattığını anlamak varken Aristo’nun Eflatun’un, Sokrates’in felsefi düşünceleriyle uğraşmak bana göre zaman kaybından başka bir şey değildir. Şunu da eklemeden geçmek istemiyorum; bu suçun sadece bu düşünce yapılarını inceleyenlerde değil, bu konuda en önemli sorumluluğun ilahiyatçılarda olduğunun da altını çizmek isterim. İlahiyatçılar, Kuran Allah kelami değildir gibi hezeyanlarla uğraşacağına, kabirde azap var mı yok mu, kabir ziyareti yapılınca ölüye Kuran gider mi gitmez mi gibi çok gereksiz işlerle uğracağına önce batının ortaya koyduğu gerçekten uzak fikirleri çürütecek delillerini ortaya koymaları gerekir, ondan sonra Kuran’daki mucizeleri konuşmaları gerekir.
 
Sağlam hadisleri inkâr eden ilahiyatçılar bu dine en büyük zarar veren insanlardır. Bu din Allah’ındır. Kimsenin tekelinde olmadığı gibi, kimse de ben bu konuda ehilim, benden başkası bundan anlamaz deme hakkına sahip değildir. Çok zeki olmak, Arapça bilmek veya yorum yapma kapasitesine sahip olmak Kuran’ı anlamaya ve anlatmaya yetmez. Öncelikli olarak ihlas ve samimiyet gerekli, ardında da Allah korkusu gerekli. Yoksa ortaya öyle bir din çıkar ki peygamberler dahi dirilip gelseler o dinden bir şey anlayamazlar. Sözlerime son vermeden ilahiyatçı kardeşlerime Allah rızası için samimi olarak Kuran’ı okuyarak toplumu aydınlatmaları gerektiğini bir kez daha hatırlatıyorum. Bugünlük de bu kadar, kalın sağlıcakla.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.