Yönetmen: Nihat Durak
Senaryo: Volkan Sümbül, Emre Özdür
Oyuncular: Çetin Tekindor, Vahide Perçin….
“Bunu senin için çıkardım”… Minik elinde bir denizyıldızı var. Binlerce cümle geliyor aklıma da başlangıç için, sonra uçup gidiyor. Kalbim közlenmiş gibi; bu cümleler nerden?Hangi akıldan çıkıyor?.. Sonra bir söz daha: “Sen bende hiç ölmedin”.
Kimler çekiyor bu filmleri. Ben asla hatırlamam. Benim için, işte o filmdeki kahraman kimse odur. Onlar asla rol yapmıyorlardır. Bir bakın, cidden rol yapmıyorlar. Ne güzel ihtiyarlıyorlar benimle birlikte. Tanımıyorum dediysem o kadar değil tabii; mesela Ayşen Guruda; ne güzel yaşlanıyorlar, ne güzel…
Niye unutuyorum cümlelerimi, niye? Tembel tenekeyim ben. Bir kâğıda not alsam, peki yüzleri nasıl not alacağım?..
“Canım çok yanar mı?”. Bunu, filmin nirengi noktası soruyor, minik kalbindeki aşkla: Canım çok yanar mı?.. Özleyecek ya… Bahar’ı gidiyor çünkü. Çünkü kalbi gidiyor. Asaf Amcasıyla birlikte cevaplıyoruz: Canın yanar…
Canın yanar… Okul bahçesinde bir sütuna yaslanıp bakarsın O’na. O, külliyen mavidir… Simsiyah saçlarıyla, orda, o pencerede… Teneffüsü kaçırırsın, o mavide kaybolup…
O küçük kasabanın sokaklarında, önüne çıksın diye uğraşıyor. O’nu görmeli. Ama sanki tesadüf gibi; ordan kazara geçiyormuş gibi… Aptal aptal bakmalı yüzüne; plajda işe girecek, demeli, çağırmalı O’nu… Gelsin diye dua ederek çağırmalı. Seyrederken, görsün diyorsunuz ve O da gelsin…
O geliyor. Denize giriyor arkadaşlarıyla. Kahramanımız gazoz dağıtıyor, bir gözü O’nda ve tüm kalbi… Yumruk yumruğa vuruşuyor rakibiyle bir sahnede. Ve nihayet, denizdeler… Minik avucundan ve fakat kâinat kadar genişlemiş kalbinden bir denizyıldızı çıkarıyor: “Bunu senin için çıkardım”… O, yani Ege, bunu derdemez, içim dışıma çıkıyor benim… Orda anlıyorum, bu kız kahramanımızı seviyor; o yıldızla birlikte, anlıyorum, akıyor bu minik âşığa…
Bu laf içime oturdu benim: Bunu senin için çıkardım… Ne güçlüklerle yani, yani ne umutlarla… Kabul eder misin diye düşünerek, korkarak… Bunu senin için çıkardım…
O, gideceğini söylediği sahnede Bahar –gelinimiz yani artık- nasıl öyle, asla rol gibi değil, nasıl öyle omuz omuza ağlıyorlar. Ve nasıl, o minik yürek soruyor, O gidiyor ya, “canım çok yanar mı?”… Yanar miniğim, yanar. Göğsünün tam üstüne bir değirmen taşı koyarlar sanki. Yaşamak zorundasındır o acıyla. Ve o acıya ilave sürüyle acıyla… İşte, zamanı hissetme yaşındır bu; hayatın dikenli tellerle dokunarak geçecek olmasıdır…Vücudunun sana kafa tutmasıdır; ruhunun şirazesinin dağılmasıdır… Safiyetinin, biraz daha alengirli bir safiyetle yer değiştirmesidir. Canın yanacaktır yani. Hamuru ekmek eden fırının yakması gibi… Canın yanacak ve canın adam olacak o yanmayla…
Sırtım, teneffüs kaçkını bir zaman diliminde, ellerim belimde bağlı, o sütuna yaslanmış bakıyorum o pencereye, bir çift maviyi göreyim diye. Canım yanıyor…
Not: İlk Aşk. Yönetmen: Nihat Durak Senaryo:Ada Senaryo Grubu Müzik: Fahir Atakoğlu Roller: Raffaele Çedolini(Arif Ege Arifoğlu) Neslihan Atagül (Bahar) …. Çetin Tekindor, Erol Günaydın, Ayşen Gruda … Google’a baktığımda, bu küçük –yaşça küçük- sanatçıların adını sadece bir iki yerde gördüm. Oysa hikâye onların hikâyesi… Bu filmi seyredin bence. Seyredin, varsın canınız yanarsa yansın…