Kainatın sahibi ve Yaratıcısı Yüce Allah’tır. Yaratan, yaşatan, rızıklandıran, her şeye gücü yeten tek kudret alemlerin Rabbı yüce Allah’tır. İlahi dinler bu hakikat üzerine inşa edilmiş, öncelikle kullardan Yaratana inanmaları istenmiştir. Allaha inanmayıp, asilik yapan Hz. Peygamber ümmeti hariç tüm ümmet ve milletler helak olmuştur. Yüce Allah yaratmış olduğu kainatı bir çok varlıklarla da düzenlemiştir. Adını bilmediğimiz, kendisini görmediğimiz, bazılarına evcil, bazılarına vahşi dediğimiz bir çok canlı varlık vardır. Meyveler, sebzeler, ağaçlar, bitkiler, dağlar, taşlar, ırmaklar, ovalar, dereler, vadiler, çöller, okyanuslar vs. tüm yaratılmışlar yüce Allah’ın kudretinin eseridir ve izlerini taşımaktadır.
Yaratılanlar arasında en müstesna varlık insanoğludur. Tin suresinde insanoğlunun özelliğinden ve güzelliğinden bahsedilmekte, güzel bir yaratılışı olduğu bildirilmektedir. Güzel yaratılan insanoğlundan da iman etmesi ve Salih amel işlemesi istenmektedir. İnsanoğlunun Allah katındaki değeri, imana ve Salih amele bağlanmaktadır. Bu özelliklere sahip olmayan insanın yaratılışı güzel olsa dahi, Allah katında değerinin olmadığı belirtilmektedir. Yaratılışı güzel olan insanoğlunun zaafları ve güzellikleri Kur’anda bildirilmektedir. Peygamberimizin dualarında; “Yarabbi ! Yaratılışımı güzel eylediğin gibi ahlakımı da güzel eyle” diye niyazda bulunduğu bilinmektedir. Güzel ahlak üzere yaratıldığı ve şekillendirildiği Allah c.c. tarafından tarif edilen Peygamberimizin, dualarında güzel ahlakı temenni ve niyaz etmesi anlamlı ve manidardır. Değer ölçüleri Allah tarafından belirlenen insanoğlunun; sürekli tekamül halinde olması, ahlak’da zirvenin; Kamil Mü’min sıfatına erişmekle sağlanacağı anlatılmaktadır.
İnsanoğlunun yaratılıştan gelen onuru: yaşantısıyla korunacaktır. Bu sorumluluk bizatihi kişinin kendi iradesine verilmiştir. İman etmesi ve Salih amel işlemesiyle bu onur hem sağlanacak, hem de korunacaktır. Yaratılış fıtratından ve kulluk amacından sapma yapan insanoğlunun; samimiyeti ve ahlaki değerlerden uzaklaştığı görülmektedir. Günün ve içinde bulunulan şartların insanoğlunu bencilleştirdiği, hırsın ve fesatlığın esiri haline getirdiği bir vakıadır. Doğuştan var olan insan hakları ve bu hakların oluşturduğu kutsallar; güçlüler tarafından törpülenmekte, menfaat ve çıkarlar nedeniyle zayıf ve aciz olan, garip ve güçsüz durumda bulunan insanlar diğerleri tarafından ezilmektedir. İnsanların birbirlerini menfaatlere göre tercih edip, kategorize ettiği bir dönemden geçen insanoğlu; kibir, enaniyet, şımarıklık, büyüklük gibi Allahın haram kıldığı ve yapılmaması konusunda uyardığı bir takım fıtrat muhalifi davranışlarla birbirilerini sırtından vurmaktadır.
Allah katında tüm canlılar hürmete layıktır. İnsanoğlu ise varlıklar içerisinde diğer varlıkların kendisine hizmet ettiği müstesna bir değere sahiptir. Takva sahibi olmasıyla Allah katında değeri belirlenen insanoğlunun takvasını oluşturacak unsur da; Allaha imanı, insanlara hizmeti, canlılara merhametidir. İnsanın ölüsü de dirisi de saygıya layıktır. Hangi yapıya, hangi inanca, hangi zihniyete, hangi cinsiyete, hangi siyasi düşünceye ait olursa olsun; Allaha asi olmayan ve insanlar için güzel hizmetler yapmayı düşünen herkes; insan onuru anlamında değerlidir ve hürmete layıktır. Makam, mekan, imkan, unvan, şöhret, servet, masa, kasa gibi dünya nimetleri; diğer insanlara hizmet için lütfedilmiş imtihan vesilesi değerlerdir. Bunlara sahip olanların; küsme, kırılma, darılma, alınganlık gösterme hakları da yoktur. İnsan onuru; insana hizmeti gerektirmektedir ve insan hürmeti de hizmeti de yaratılıştan hak etmektedir