"Çünkü Bağışlamanın insan yüreği vardır,
Merhametin insan yüzü,
Sevgide tanrısal insan biçimi vardır.
Ve Huzurda insan kılığı."
"Zulmün insan yüreği vardır.
Kıskançlığın insan yüzü;
Korkunun tanrısal insan biçimi vardır,
Gizliliğin insan kılığı."
İki dörtlük de "William Blake" adlı 1827'de hayattan ayrılan İngiliz şaire ait. Blake'in görebildiği şey; her insanın ya da genel olarak insanlığın "mutlak iyi veya mutlak kötü olmadığı"ydı. Çok çirkinleşebilen ve çok güzelleşebilen yüreklere sahip olduğumuzu gördü.
Peki ne zaman oluruz biz böyle? "Böyle mi doğarız"? Fıtratımız ya da genlerimiz mi bizi böyle yapan. Her ikisi de ya da sadece biri. Farketmez. İnsan iradesi, toplum yaşamı, ailemiz ve değer verdiklerimiz (bazen hata yaptığımızı geç anlıyoruz) bize kişilik verenler.
Bazı araştırmalar "5-6 yaşında temel kişiliğimizin oturduğunu" söylüyor. Bencil veya cömert, zalim veya merhametli, çalışkan veya tembel, hayata karşı doymak bilmez bir iştahla saldıran veya hakkını yediğinde doyan.
Çocuklarımız geleciğimizdir deriz hep. Geleceğimize karşı davranışlarımız onu şekillendiriyor demektir bu. Bugünlerde hemen herkes çocuklarımızın davranışlarından, "hayata bakış açılarından şikayetçi". Oysa onlara baktığımda "gördüğüm sonsuz bir merhamet ve sonsuz bir acımasızlık"... Çocukları hayvanlarla oynarken seyredin. Bazen sırf eğlence olsun diye kuyruklarından tutup duvara yapıştırabilirler bazen de patilerine batan bir dikenden dolayı dakikalarca yaş dökebilirler. "Bu onların doğası"dır.
Yanlış ve doğru arasındaki farktan çok "hoşlarına giden ve gitmeyen arasındaki farktır onlara seçim yaptıran". Çocukların büyümelerini istiyoruz, olgunlaşmalarını bekliyoruz "daldaki meyveler gibi". Pek tabi "sularını verip zararlı böceklere karşı ilaçlamalarını" yapıyoruz. Biraz daha organik yetişmelerini isterdik ama, ne yapalım? Haşereler basmış her yanı.
Elbette çocuklarımıza yanlış ve doğru arasındaki farkı öğretmeli onların olgunlaşmalarında meyvelere harcadığımız zamandan daha çoğunu harcamalı geleceğimizi ellerine bırakmak zorunda kalacağımız (çünkü ölmek zorundayız) insanları sevgiyle beslemeliyiz.
"2008 genel fotoğrafı": Çocuklarımızın şiddet eğilimleri arttı, kendilerini sevmiyorlar, öfke dolular, ileride ne yapmak istediklerini bilmiyorlar, şu para kazanma işinin kolay yolları yok mu diye düşünüyorlar, tiyatroya gitmiyorlar, mutsuzlar, koşuyor ama ulaşamıyorlar, yorgunlar, eğlenmek istiyorlar ama bu onları mutlu etmeye yetmiyor, savaşı basit bir "counter attack" oyunu zannettikleri için kaç canları kaldığını sayıp duruyor karşılarındakinin de, oyun bittiğinde ayağa kalkabileceğini zannediyorlar, canlı yayında şehirlerin yıkılışını seyrederken havai fişek gösterisine benzer görüntüler seyrediyorlar.
Çocuğunu sevmeyen pek az kişi vardır sanırım. Fakat sevmeyi bilen de pek az mı acaba? Severken "kötünün ne olduğunu göstermeyi beceremiyor muyuz"? Şımartıyor muyuz? Şiddet mi kullanıyoruz onlara karşı? Arkadaş olurken anne ve baba olduğumuzu unutuyor muyuz yoksa oturup sohbet etmeye bile değer görmüyor muyuz onları? Onların "bu dünyaya bizim seçimimizle geldiklerini" unutup zaman ayıramıyor muyuz onlara? Masum bir çocuğun gülüşünü karanlık bir bakışa nasıl çeviriyoruz? Bir yerlerde bir hata mı yapıyoruz acaba?