İnsanın çok mükemmel bir varlık olduğu Kur'ani bir bilgidir. Peygamberimiz de bu konuda açıklamalar yapmıştır. Yaratan katındaki çok yüksek değere sahip olan insanın fizyolojik ve biyolojik kodlaması da çok mükemmeldir. İnsan, adeta bir âlemdir. Saçından tırnağına, kemiğinden iskeletine, kaslarından sinir sistemine, iç organlarından fiziki yapısına, beyninden kalbine kadar her bir organı, insan değerlendirmesini aşan mükemmelliğe sahiptir. Saçın telinde, kemiğin iliğinde, kanın içinde ayrı ayrı ama bir bütünlük içinde hareket eden ve hiç şaşmadan, şaşırmadan görevlerini yapan bir sistem vardır. Kişinin kim olduğu âdeta kemiğine ve iliğine yazılmıştır. Parmak izinden topuk izine, alın çizgisinden çene kemiğine kadar her organ ve içindeki gizli yapı insanı tanıtmaktadır. Milyonlarca insanın yapısı ve iç sistemi farklıdır. Herkes ayrı izler ve işaretlerle kodlanmıştır. Saç telinden ve kemik dokusundan kişinin nesesi bilinir ve belli olur. Bu mükemmel varlığın fiziki ve biyolojik âlemi bugün artık büyük oranda çözülmüş, çalışma sistemi ve kodlama işaret ve izleri öğrenilmiştir. Tekniğin ve teknolojinin gelişmediği 70 -80 yıl önce yaşandığını dinlediğim bir olay, sözünü ettiğimiz insanın kodlamasını anlatmak bakımından çarpıcı bir örnektir.
"1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor. Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için.
Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar.
Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor. Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar.
Ömer Nasuhi Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar. Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücünde buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor."
Günümüz ifadesiyle o kemik, insanın tüm şifrelerinin kodlandığı ve her insan için kendi sırrını ve yapısını anlatan, fiziki ve biyolojik kimliğinin yazılı olduğu cips kartıdır. Yasin Suresi 78 -79. ayetlerde ifade edilen; "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki; "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir." sırrının yazılı olduğu şifre kodları o kemiktedir. İnsan böylesine aklı aşan mükemmel bir kodlama ile yaratılmıştır.