On sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda yatılı ya da normal okullarda hocanın ya da öğretmenin ağzından çıkan her bilgi özümsenir,adeta yutulurmuş.Ders kitabı edinebilmenin bile kısıtlı olduğu o devirlerde öğrencilerin bilgi edinme açlığını gazete ve çeşitli mecmualar okuyarak ya da yabancı dil bilenlerin o dildeki gazetelerden bilgi edinmeye çalışarak kapatmaya çalıştıklarını öğreniyoruz.
Cumhuriyet ve getirdiği "ulusuna ve özüne dönüş" hedefli dönüşümlerle birey ve ulusa ait olma duygusu içinde öğrenciler;mecmuaları su içer gibi okumuş,günün bilge kişilerini,ozanlarını benimsemiş,ideallerinde onların prensiplerine gözlenebilir ölçüde yer vermişlerdir.Mesela Köy Enstitüleri'ni gezen ünlü halk şairimiz,ozanımız Aşık Veysel'e olan yoğun ilgi,Aşık'ın çocuklara saz dersi vermesi,enstitü öğrencilerinin kendi çabalarıyla çıkardıkları aylık dergileri;öğrenmek isteyen insanın her koşulda uğraştığını,yılmadığını bize kanıtlar.
Türk ulusunun -yukarıda belirttiğimiz- "birey olabilme bilinci"ne erişme sancıları ve Osmanlı dönemindeki "tebaa düşüncesi" sınırlarının kırılıp hakkını istemeyi öğrenmesinin en güzel örneği ise yine bir yaşanmışlıkla bu enstitülülerden gelecektir:İsmet İnönü bir köy enstitüsü gezisinde enstitü öğrencileriyle yemek yer;fakat cumhurbaşkanına kendilerinden farklı bir yemek verilmiş olması öğrencilerin dikkatinden kaçmaz.İsmet İnönü bir cumhurbaşkanı da olsa,yaşadıkları ülkenin cumhurbaşkanı da olsa,kendilerinin okuluna gelip sofralarına oturup kendileri gibi pay alması gerektiğine inanan,bir bilinç ve sorgulama,hakkını arama yetisinde olan öğrenciler;bu konuyu her haftasonu gerçekleştirdikleri okul toplantılarında okul müdürüne açarlar.
Müdür,İsmet İnönü çeşitli rahatsızlıklarından dolayı perhiz yaptığı için,okullarına ziyareti sırasında sağlığı dolayısıyla ayrı yemek çıktığını;aynı özenin okulun öğrencileri hasta olduğu zaman da gösterildiğini hatırlatır ve olay kapanır.
Günümüze ne kadar uzak bir mantık olarak geliyor değil mi?
Öğrenme azmi ile dolu bireylere maddi imkanların ne kadar kıt da olsa elden geldiği ölçüde sağlandığı,buna rağmen eğitimin özgürce,uygulamalı olarak verilişinin tam olduğu bir eğitim düzeni...Ve bunların bir zamanlar "bu ülke topraklarında" hayata geçtiğini bilmek ne kadar şaşırtıcı geliyor bazılarımıza...
Ama şimdi bilgi akışının bu kadar kolay ve ucuz olduğu günümüzde insanlar çabuk yoruluyor,öğrenmekten kaçıyor;hükümetler aciz ve yasakçı tutumlar geliştiriyor,kararları ve yasaları keyfi olarak kendi menfaatleri ölçüsünde değiştirebiliyorlar.Çoğunlukla ulusların menfaatinden,geleceğin sağlam temellere alınması için çabalanması gerekliliğinden çok daha farklı alanlarda değişiklikler yapıldığını görüyoruz.
Oysa insan gelişiyor,geliştikçe daha çok öğrenmek istiyor,daha nitelikli bilgiye ulaşmak için araştırıyor.Tüm yasaklamalara rağmen kendince bir yol bulabiliyor öğrenmek için.Bilimsel gelişme ve teknoloji de insanın kapasitesi ve hayalgücünün sınırları nereye kadar genişlerse o kadar çabuk ilerliyor.
Uzun yıllar öncesini gören ninelerimiz,okur yazar insana alim gözüyle baktıklarını,yerde yazılı bir kağıt gördüklerinde alıp yüksek bir köşeye koyarak muhafaza ettiklerini anlatırlar.
Şimdiyse bilgiye ve bilgiyle donanmış insanlara yapılanlar sizi yıldırmasın;bilgi,her zamanki saygın yerini yine ele alacaktır!
Bilgiye pranga vuranlar,onu kapılar ardına saklayabileceğini düşünen(!) zihniyetler,yalnızca onun aydınlığından gözleri kamaşanlardır.Kendi kirlerinin o ışıkta günyüzüne çıkacağından korkarlar çünkü!
Öğrenmek ve ışığı elinde tutmak her bireyin hakkıdır! İyi haftalar...