İsrail' in Hamas hesabı :çocuklar olmasın

Salih Parlak

İSRAİL"İN HAMAS HESABI: ÇOCUKLAR OLMASIN
İsrail, Hamas"ın silahlanma ve dışarıdan silah yardımı alabilme fırsatları konusunda doyuma ulaştıktan sonra tek taraflı ateşkes ilan etti. Hamas da kendisine göre hesaplarını yaptıktan birkaç saat sonra, ateşkes ilan ettiğini duyurdu.
  Filistin Ulusal Haber Merkezi'nin raporuna göre 29 Eylül 2000-7 Aralık 2008 arası dokuz yılda, 4.032 Filistinli öldürüldü, 44.666 kişi yaralandı, 8.435 kişi sağlık ekipleri tarafından tedavi gördü. 750 çocuk ve 262 kadın Filistinli hayatını kaybetti. İsrail ordusu, Filistin güvenlik güçlerinin 344 üyesini, 817 öğrenci ve öğretmeni öldürdü. Bu çocuk ve kadınlar da elbette ki şehit edilen o güvenlik güçlerinin ve öğretmenlerin aileleriydi.
Hastaneye taşınan 131 Filistinli hamile kadın da ambulansın veya araçların, askerî denetim noktalarında bekletilmesi sebebiyle hayatını kaybetti. 36 doktor, 36 sivil savunma ekibi mensubu ve 9 gazeteci İsrail ordusu tarafından öldürüldü.
4.800 öğrenciye ateş açılması sonucu yaralandılar. İsrail hapishanelerinde 8.500 Filistinli bulunuyor. 1.389'u öğrenci, 330'u çocuk, 196'sı öğretmendir. 900 tutuklu kronik salgın hastalıklardan muzdarip. 123 kadın tutuklu var.
31.712 saldırı düzenlendi. 7.995'i Gazze Şeridi'nde olmak üzere 69.843 ev tamamen ve 22.897'si Gazze Şeridi'nde  olmak üzere 63.099 ev kısmen tahrip edildi, 12 üniversite ve okul kapatıldı. 316 okul saldırıya uğradı, 43 okul ordu tarafından askerî kamp olarak kullanıldı. Buldozerlerle 76.867 dönüm tarım arazisi tahrip edildi, 135.552.690 ağaç söküldü, 770 tarım tesisi ve 765 çiftlik yerle bir edildi, 9.077 atölye ve dükkân tümüyle tahrip edildi. Çiftliklerdeki 350.292 tavuk, 12.132 inek ve koyun öldürüldü, 15.265 arı kovanı yok edildi. 272.000 Filistinli işsiz, yoksulluk oranı ise yüzde 67,6'ya yükseldi.
Şimdiki savaşta da İsrail, fosforlu bomba dahil kullandığı ileri teknoloji ürünü silahlarla resmi açıklamalara göre 1500, ama 2000"in üzerinde şehit ölü var.
İsrail'e göre Filisitn toprakları, "Tanrı'nın seçilmiş kavmine vaat ettiği topraklar"dır ve  insan-altı yaratık olan "Filistinli Arap"lar bir tür "haşerat" tarafından işgal edilmişler:
"Bunları böcek gibi ezmeliyiz, üzerlerine nükleer bomba atalım; Filistinliler ebediyen "terörist"tir" diyorlar. Böyle olunca Filistinli analar, "anadan terörist" bebekler doğuruyor. Bu bebekler, 10-15 sene sonrasının "teröristi"dir. Yarın İsrail'in karşısına elinde taş veya sapanla çıkacağına Filistinli bebeği bugün öldürmekten daha doğal ne olabilir!
Buna rağmen bizim Müslüman yazarlar da “İslam"da siyaset yoktur. İslam"ın doğrudan ir savaş ve yol haritası politikası yoktur diyorlar. Bu anlayışla sokaklara taşıp İsrail"i tel"in protesto yürüyüşleri neye yarar? Boş kalabalık ve İsrail mallarını boykot, ancak üç gün sürebilmektedir. Müslümanların bir devlete sahip olma politikası ve bir yol haritasına sahip olması gerekmektedir. İşte biz Ehl-i Sünnet halk sürüleri unutkanlık yüzünden dünkü düşman dediklerine bugün dost diyebiliyor. İşte Hz Ali-Muaviye savaşları… bizim yol haritamızda tamamen Hz Ali"nin KV politikası olması gerekirken Hz Ali"yi KV Şî"î din kardeşlerimize bırakıyoruz. Biz Ehl-i Sünnet sürüleri, Muaviye muhabbetini sürdürüyoruz.
Ebu Zerr Hazretleri gibi Hz Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan sahabîleri öldürmekten zevk alanları dinden bir parça gibi algılıyoruz. Bugün de oy verirken, Müslüman"ca hiçbir yol haritası ve ortak tavır belirlemeden, her önümüze gelene oy veriyoruz. İslam"ın siyasi politikası ve yol haritası yoktur diye.
Bu bağlamda, din siyasettir diyenler; 1 Muharrem"i sokaklara taşarak ve sempozyumlar, paneller vs düzenleyerek ve Haram Aylardan bir ay olarak kutlarken biz Ehl-i Sünnet sürüleri anlamsız birkaç gün oruçla ve kutsallık verdiğimiz birkaç kâse âşûrâ çorbasıyla geçiştiriyoruz. Azıcık da hicret"i cum"a günü hutbelerinde dillendiririz o kadar. İşte bu çözülmüşlüğün temelinde, İsrail mallarını; her elimizi cebimize attığımızda, evlerimize ve karnımıza tıka basa doldurmak bulunmaktadır. Çünkü Ehl-i Sünnete göre, İslam"da siyaset yoktur veya çok az. Oysa Caferîlerde İslam siyaseti akidelerinin temel şart ve rükünlerindendir. Bu nedenle Muharrem ayı çok kutsaldır ve dinsel gösteri zamanıdır.
Geçen yazımızda, bu bağlamda İslam siyaseti ve Muaviye konusundaki görüşlerini ve gerekçelerini aktarmıştık. Şimdi son bölümüne de değinerek konumuzu pekiştirelim:
 “Bugünün siyasî strateji açısından baktığımızda, kesinlikle doğru tarafta olan Hz. Ali maiyetinde, aşere-i mübeşşere sahabelerinden Sa"d bin Ebi Vakkas ve Ebu Ubeyde El Cerrah gibi zatlar bulunmaktaydı. Ama onun doğru tarafta olması iktidar olmasına yetmemiş. Karşısındaki cephede dönemin en büyük fakihleri arasında gelen Hz. Ayşe validemiz var; Talha, Zübeyr ve Abdurrahman bin Avf hazretleri gibi yine Kur"an"ın onayını almış insanlar var” demektedir.
İşte işin püf noktası da buradadır; aşere-i mübbeşşere diye biraz da şişirilmiş İslam"ın ilk seçkin kişileri daha işin başında bölücülükte bulunmuş. İşin kötü tarafı da son cümledir; “Kur"an"ın onayını almış insanlar”…
 
Öyle anlaşılıyor ki biz her işimizi kutsallığa bağlıyoruz. Kur"an-ı Kerim, aşere-i mübeşşere diye hiçbir isimden söz etmemektedir. Ancak nüzul sebebi başlığı altında yakıştırmalar ve uydurmalar olmaktadır.  Biz kişilere olabileceğinin çok üstünde kutsallıklar vermekteyiz. Psikolojideki savunma mekanizmalarından yüceltme mekanizmasını çok kullanıyoruz. Eğer elimizden bir şey gelmiyorsa hemen yüceltmeye geçiyoruz. Oysa Allah cc öyle bir yüceltme yapmamıştır. Bu kutsallığa karşı çıkanları da hemen kafirlikle suçluyor; kamplara ayrılıyoruz. Birbirimize silahlar çekiyoruz ve kazanan İsrail oluyor.
Muaviye"nin bölücülüğünü hesaba katmayan araştırmacı bol keseden kutsallıklar dağıtmaktadır. Muaviye, bugünün deyimiyle bölücülük yapmış, sahabe arasında kamplar açmıştır. Aşere-i mübeşşereyi de bölmüş, zayıf iradelileri yanına çekmeyi başarmış ve kendisi ipleri tam eline geçirinceye kadar perde ergisinde kalmıştır. İslam dünyasını çok başlılık yıkmıştır. Her baş için de Kur"andan bir sürü kutsallıklar uydurarak kamplaşmışız, bölücüleri de Ehl-i Sünnet kalkanının kanatları altına almışız. Eklemişiz: “Aman ha, gıybet etmeyelim. Eski defterleri karıştırmayalım”! Acaba aşere-i mübeşşere, cenneti garantilemişler midir? Böyle imtiyazlı bir makamdan ne Kur"anda ve ne de hadis-i şeriflerde; hiçbir yerde açıktan söz edilmemiştir.
Araştırmacı kardeşimiz, günümüz Ehl-i Sünnetini çok iyi yansıttığından biraz daha konuşması üzerinde duralım:
“O muhteşem muhalefet olmasaydı, başlangıçta cahiliye asabiyeti üzerine oturtulmuş Emevilik, sonunda "Ehli Sünnet" itikadının oluşmasına zemin teşkil etmezdi. O şanlı muhalefettir ki Yezid"i bile çizginin içinde kalmaya mecbur etmiştir…”
 
Araştırmacımız Emevî iktidarına muhalefet adını vermektedir. Oysa Hz Muhammed"i SAV seven sahabeyi anarşist diye vuracak kadar ve sahabenin hak ve özgürlüğünü kendi iktidarını yıkıcılık olarak görecek kadar ileri giden Muaviye ailesi, hatta Hz Ali"yi KV iktidardan uzaklaştırabilmek için her türlü kundakçılığı ve her türlü bölücü eylemi perde arkasından yöneten Muaviye, nasıl muhalefet sayılabilir? Bölücülük değil midir?
Araştırmacı Emevî iktidarını Ehl-i Sünnet itikadının kurucusu olarak lanse etmesi de ne kadar gülünç! Yani bugünkü Ehl-i Sünnetçiler Muaviye"ye çok fazla yağ çekmektedirler. Hem de şanlı muhalefet olarak sitayişle söz etmektedir.
 
 “Nitekim Hz. Osman, aşırı merhametinden dolayı iktidarının bir afete dönüşmesine mani olamamıştır. Bunu da masum kanının akıtılmasıyla ödemiştir”.
Biraz da Hz Osman konusundaki Ehl-i Sünnet yanlışların değinelim: Hz Osman"ın RA halife seçilmesinde tamamen Muaviye perde arkasından etkili olmuş ve fiilen iktidar sahibi olmuş; perde arkasından durumu idare etmiştir.  Hz Osman"ın halife olarak altına imza attığı her kararı, perde gerisinden Muaviye ve çetesi hazırlamıştır. Ama görünürde halife olduğundan şimşekleri üzerine çeken Hz Osman olmuştur. Kukla hükümetin arkasında Muaviye çetesi vardı:
 
“Ey iman edenler; Eğer bir fasık size bir haber sızdırırsa oldum olası, o gruba sataşmadan önce haberi araştırın; yoksa o davranışınızdan pişmanlık duyarsınız” Hucurat Sûresi: 6. âyet-i kerimesinin yorumunda Muaviye"den söz etmişim; lütfen bir bakılırsa biraz bilgi sahibi olunur.
“Buna göre her kim Resûlün yasalarına saygılı olursa Allah'a saygılı olur; kim de dinden kaçış gösterirse; eh, biz seni üzerlerinde koruma polisi olarak göndermedik.  Kaçıştakiler: "Başımız üstüne!" derler, ama senin katından canlı yayın yaptıklarında içlerinden bir ajan, senin söylemediklerini söyletir. Allah onların o komplolarını not ediyor. Öyleyse sen onlara yüz verme; Allah'a dayan ve güven” Nisâ" Sûresi: 80-81.
Bu âyet-i kerimenin açıklamalarında da bu konuya değinilmektedir. Rivayetlere göre Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye ile Bizans kralı arasında süreli bir barış antlaşması vardı. Muaviye bu antlaşmanın müddeti doluncaya kadar bekledi. Antlaşma biter bitmez kendisi bu bölgeye yakın bir yerde bulunduğundan, onların haberi yokken birden saldırıya geçmek istedi. Hemen Utbe'nin oğlu Ömer bu karara karşı çıktı ve "Allahu Ekber! Ya Muaviye, antlaşmaya bağlı kal, ihanet etme" dedi.
 
“Takdir-i ezelinin hikmetleri demek istedi ki; Ehlibeyt elini dünya iktidarından çeksin. Sağlam omuzlar ümmet adına iktidarları sarsma ve sallama görevini üstlensin. Ümmeti dünyevileşmekten ve şehvetin rehavetine kapılmaktan alıkoysunlar. Ehlibeyt"in asıl vazifesi, iman ve Kur"an hizmetidir”.
Ehl-i Beyt, siyasî iktidara sahip olma mücadelesinden camisinE çekilsin. Siyasetle uğraşmasın. Allah cc Müslümanlardan bunu istemekteymiş.

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.