M.HALİSTİN KUKUL
Elbette ilk değil ammâ, Ermeni cânilerin, Karabağ'da, mâsûm Türk çocuklarını duvara çivilediklerinin misâli ve 'vahşet' kelimesinin tam karşılığını aşan bir hâdise, Türkiye gündemine oturdu.
"Sakarya'nın Kaynarca ilçesinde Suriyeli 9 aylık hamile kadın, 10 aylık çocuğu ile kaçırıldı. Ormanlık alana götürülen genç kadın tecavüze uğradıktan sonra oğlu ile birlikte öldürüldü." (Bknz. Yeniçağ Gazetesi, 08 Temmuz 2017, Sf.3)
Televizyonlar ve gazetelerin yanında, siyâsîler ve birçok kuruluş da cânilere lânet yağdırdı. Şüphesiz ki, bu 'müşterek şuûr' fevkalâde bir hâldir. Ancak, asla çâre değildir; olmamıştır!..
Bilhassa 'kadın cinâyetleri'nin artması üzerine, ilkini, Denge Gazetesi'nin 19 Şubat 2015 tarihli nüshasının 11. sayfasında yazdığım, "İdâm Geri Gelsin Mi?" başlıklı yazımda dile getirerek, "1 Ağustos 2002" târihinde idâmın kimler tarafından ve ne için kaldırıldığını sorarak, TC. Anayasası'nın 17., 19. ve 23. Madde'lerine işâret ederek dikkat çekmeye çalışmıştım.
Bu maddeler i tekrar nakledelim:
* "Herkes, yaşama, maddî ve mânevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."(Madde-17)
* "Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir." (Madde-19)
* "Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir." (Madde -23)
Peki , bir de, bugün geldiğimiz duruma bakalım: Basından öğrendiğimize göre; suçlarını îtiraf eden iki kişi, gencecik , ikinci çocuğuna hâmile bir anneyi ve 10 aylık çocuğunu târîfî imkânsız bir gaddarlıkla öldürmüşlerdir.
Son bir kaç senedir işlenen kadın cinâyetlerinin hiçbirine yeterli cezâların uygulandığı kanaatini taşıyamıyorum. Bu hususları; "Kadına Değer Vermek Ve Kadın Cinâyetleri" (Bknz: M. Halistin Kukul, Denge Gazetesi, 14 Aralık 2015, Sf.9; Canik Belediyesi Geçmişten Günümüze Kadın Sempozyumu Bildirileri, Cilt:1, Samsun 2016, Sf. 285-286) ve "Kadın Cinâyetlerinin Arka P(i)lânı" (Bknz: M. Halistin Kukul, kapsamhaber.com- 08 Mart 2016; Denge Gazetesi, 08-09-10 Mart 2016, Sf.11; Aydın Efesi Dergisi, Mart-Nisan 2016, Sf. 3-6) yazılarımda, teferruatlı bir şekilde dile getirmeye çalışmıştım.
Ne yazık ki, bunların değişik tarzda fakat daha vahimleriyle karşılaşıyoruz.
Bu son katliâmın mağdurlarının, şu veya bu milliyetten olmasının hiçbir önemi yoktur. İnsan, insandır ve insana, insan muamelesi yapılmalıdır. İkisi dünyada ve biri de, dünyaya gelmek üzere saat sayan üç cana acımasızca kıyılmıştır, mes'ele budur!..
Fakat!..
Bilhassa "Özgecan cinâyetinden" beri kaç yüz kadının bu tarz ölümlere muhatap olduğunu da düşünmek lâzımdır.
Öyle görünüyor ki; Türkiye, içtimâî bir k(ı)riz yanında, hukukî bir k(ı)riz de yaşamaktadır. Şunun bunun ağzına bakarak kanunların yaz-boz tahtasına çevrilmesi, mâsûmları himâyeden ziyâde, cânileri cesâretli yapmıştır.
Yukarıda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın hükümlerinde örnekler arzettim. Peki birkaç yıldan beri meydanlarda "İdâm!..İdâm!..İdâm!..." diye haykıranlar, idâm cezâsının, Avrupa'ya verilen tâvizler dolayısıyla olamayacağını bile bile niçin kükremişlerdir ve bugün, bu konuda niçin sus-pus'turlar.
Ağustos 2016'da, Erdoğan: "İdam önüme gelirse imzalarım" ve yine Nisan 2017'de "İdam önüme gelirse onaylarım." derken, acaba, bunun olurluğunu veya olmazlığını düşünememiş midir? Kim bilebilir?
Hemen hemen her şeyde, İslâmî değerleri ileri sürerek başkalarını suçlayanlar, Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin hükümlerine göre, ap-açık suç ve suçlular karşımızda iken, suçlarını îtiraf etmişlerken niçin o kâideleri uygulamaktan imtinâ etmektedirler, bilmek isteriz.
Bakara Sûresi'nin 178. ve 179. âyetlerinde Allahü teâlânın emri şöyledir: "Ey îmân edenler! Kasten öldürülenler için size kısâs yapmak farz kılındı. Ey akıl sahipleri! Bu kısâsta sizin için bir hayât vardır. Ümit edilir ki. siz (haksız yere adam öldürmekten) sakınırsınız."
Kâinatın Efendisi Şanlı Peygamberimiz de şöyle buyurmaktadır: "Kim, kasten öldürürse, bunun hükmü kısâstır."
Peki, bu vahşet karşısında, kim, niçin, neyi beklemektedir?