İthâlât; bir zarûrete/zarûrî bir hâle/ âcil bir ihtiyaca çâre arama faaliyetidir.
Toprağın olmaz, suyun bulunmaz, havan yetersizdir, güneşin kıttır, rüzgârın esmez, denizin yoktur, insanın nâ-mevcuttur, aklın-zekân-idrâkin daralıdır, muhakemen kifâyetsizdir; ve yine insanın, sayı/miktar/kantite ve kalite/vasıf/nitelik/sıfat bakımından acz hâlindedir...işte o zaman, zarûret hâsıl olmuştur ve bir çâre olarak bâzı mallar dış devletlerden alınabilir.
Tıpkı; komşuluk münâsebetlerimizdeki gibi...bugün, yumurtan yoktur, komşudan alırsın; yarın, o, senden turşuluk biber alır vs...Paralı veya meccânen!..Bu, böyledir!.. Biri komşuluk, diğeri dış münâsebet!..Meccâne, kim kime ne verir!..
Gelelim işin aslına!..Önce, kendimize, tekrar şu soruyu soralım: "Türkiye olarak, yukarıda saydıklarımdan neyimiz noksandır?"
Bunlar var da, bu işi beceremiyorsak, ortada, bir ihmâl, bir isrâf, bir sistemsizlik, bir kabahat ve bunlara bağlı olarak bir millî ziyân bulunuyor demektir!.. Öyleyse, bu tavır, doğrudan doğruya istikbâlimizle de ilgilidir, değil mi?..
Devam edelim ve soralım:
- Nerelerden büyükbaş hayvan ithal etmişiz?..
- Bir Güney Amerika ülkesi olan Colombia/Kolombiya'dan...
- Ne için etmişiz?
- Kurbanlık için!..
- Başka?.. Yine, ne ithal etmişiz?..
- Hint bizonu-yaban sığırı!...
- Nerelerden ithal etmişiz?
- Güneydoğu Asya ülkeleri olan Hindistan'dan, Tibet'ten...
- Niçin ithal etmişiz?
- Kurbanlık için!..
- Başka?
- Başka ne?
- Yâni,başka nerelerden hayvan ithal etmişiz?
- Öyle desenize..Başka, deyip kestirip atıyorsunuz!..Meselâ; Macaristan'dan, Estonya'dan, Çek Cumhuriyeti'nden...
- Arkadaş, bunlar avuç içi kadar memleketler, bunların eti ne- budu ne?
- Eti-budu işte böyle!.Sen bunlara râzı gel, ta Amerika'dan, B(ı)rezilya'dan, Avusturalya'dan bile alıyoruz bunları!..
-...
- Bu kadarına ses çıkarma da, sus ve otur oturduğun yerde!..Sofrana koyduğun ekmeğin yapıldığı buğdayını bile sen üretemiyorsun, biliyor musun?
- Daha nesi?
-Rusya'dan, Almanya'dan, Ukrayna'dan buğday alıyoruz, bilmiyor musun? İngiltere ve Hırvatistan'dan arpa, Gürcistan'dan saman alıyoruz..Hattâ...
- Ne hattâsı?
- Hollanda'dan çiçek bile ithal ediyoruz!..
- Yediğimiz ekmek, pide, lavaş, lahmacun...bize haram desene?..
- Onu bunu bilmem ammâ son olarak Sırbistan'dan aldığımız et acaib zoruma gitti...
- Zoruna mı gitti?
- Evet, zoruma gitti!..
- Zoruna giden adam, boş konuşmaz...Oturup durmaz...Çalışır...
.......
Muhterem Okur; size, kısacık bir d(ı)rama yazdım!..Tamamen hakîkat bir oyun!..Bunu, istediğim kadar genişletebilirdim ammâ, başka türlü devam etmek istiyorum:
Düşünüyorum da, verimli topraklara sahip koskoca bir memleketimiz var...Yirmi iki milyon kilometre karelik Cihânşümûl Devlet'ten elimizde bu kadarı kaldı ammâ, onu da kullanmasını bilmiyoruz/ bilemiyoruz, ona yanarım!..
Size iki husus hakkında bir hulâsa vereyim: Birincisi; coğrafyasını tanımayandan; ikincisi de, lugatini/dilini ihmâl edenden bir şey olmaz!..Harita ve lugat, bizim temelimizdir.
Bahçemiz, coğrafyamızdır. Dar mânada vatanımızdır. Onu ekip, biçebilmeliyiz!..İhmâle gelmez!..
Sözlüğümüz/lugatimiz/dilimiz ise; mâzîmiz, târihimiz, san'atımız, kültürümüz, istikametimizi tâyin edecek olan pusulamızdır, ihmâle gelmez. Dînimizi de onunla öğreniriz, varlık şartımızı da!..
Bahçelerimiz mevcut ammâ, hayvanlarımız için çayır-ot yetiştiremiyoruz...Yetişen/yetiştirdiğimiz çayırları da, ya 'cayır cayır' makinelerle toz yapıp yerine bırakıyoruz yâhut da kurumaya terk ediyoruz.
Olanca büyük ve küçük baş hayvanımız, arzu edilen sayıda değil, olanların çoğu da, arzu edildiği kadar açık havadan istifâde edemiyor/ettirilmiyor.
Peki ne yapılıyor? Mevcut hayvanlar ahıra tıkılıyor ve bekleniyor ki, bir yerlerden saman gelsin de yesinler!..
Yâni, hayvanımız da -hâliyle etimiz de-, otumuz da ithâl..."Vah!.." demez misiniz? Vah ki, vah!...
Diğer taraftan; arazîlerimiz de, zâten, birilerine şapur-şupur satılmaktadır... Ve...kimsede de ses-sedâ yoktur!...Ne hoş, ne âlâ memleket değil mi?
Ya dilimiz?
Dilimizde de iki türlü sıkıntı bulunuyor: Bir kısmı ithâl; öteki kısmı kandırmaca-uydurmacadır!..Asıl zedelenmekte, tahrip edilmektedir. Taklitle, sahteyle meşgûl edimektedir...
İthal dil bakımından, önce, ev içinde, alel-usûl şöyle bir dolaşalım, bâzılarına göre, "tur" atalım!.."Şömine, balkon, antre, robdöşambr, gardırob, şezlong, döpiyes, pardesü, vestiyer, ceket, pantalon, eşarp, tünik, şofben, k(ı)lima, radyatör, şapka, kasket, radyo, televizyon, elektrik, k(ı)lozet, tuvalet, lavabo, kablo, kabine, şifoniyer, kuvertür, kostüm, buton..."
Evden biraz dışarıya doğru açılalım..."Asansör, apartman, t(i)ren, taksi, kamyon, f(i)ren, s(i)ren, p(i)lân, park, şose, ray, konsensüs, süper market, galeri, kuaför, hoparlör, anons, mikrofon, t(ı)retuar, t(i)riko, performans, k(ı)redi, k(ı)riz, organizasyon, seans, ekspres, sekreter, cafe, p(i)laj, restoran, resepsiyon, orijin, t(ı)ransfer, t(ı)ransit, festival, model, s(ı)tad, metod, p(u)roje, p(u)roblem, faktör, rasyonel, vitrin, mağaza, p(u)rofesyonel, p(u)rofesör, laboratuar, amatör, radikal, rasyonel...ne kadar sayabilirsek sayalım devamı vardır.
Bunların hepsi ve daha niceleri de ithaldir!..Bunlardan, hiç endişe duyan, "Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?" diyen ve buna çâre arayan var mıdır?
(Devamı yarın)