Hz. Davut (a.s.) Kudüs’te doğdu. Hz. Davut’un (a.s.) adı Kur’an-ı Kerim’de 16 defa geçer. Hz. Davut (a.s.) sesinin güzelliğiyle bilinir. Hatta günümüzde bile güzel seslilere ona ithafen “Davudi” sesli denilmektedir. Hz. Davut’un (a.s.) önceleri Tâlût’un ordusunda bir asker olarak savaştı, daha sonra Allah’ın kendisine verdiği peygamberlik ve hükümdarlıkla birlikte İsrailoğullarına kral oldu. İbadet ehli idi. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Zamanını ibadet ve zikirle geçirirdi. Çobanlık ve demircilik yaptı. Kendisine dört büyük kitaptan biri olan Zebur verildi. Hz. Davut (a.s.) 40 sene hükürdalık yaptıktan sonra 100 yaşında vefat etti. Yerine oğlu Hz. Süleyman (a.s.) geçti. Hz. Davut’un (a.s.) kabri Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın güney batısında kendi adıyla anılan Davut şehrinde, Sion tepesinin üzerindedir.
Mûsâ -aleyhisselâm-’dan sonra gelen Benî İsrâîl peygamberleri, Tevrât ile amel ediyorlardı. Fakat Yahûdîler, başlarında peygamber bulunmadığı kısacık bir fırsat yakaladıklarında, hemen kitabı tahrîf ederek kendi hevâ ve heveslerine göre te’vîl ediyorlardı. Böylece îtikâdî ve ahlâkî durumları bozuluyor; yeni bir peygamber gelince düzeliyor, fakat sonra tekrar fesâda meylediyorlardı.
O zamanlar Mısır ile Şam arasında Amâlika kavmi vardı. Câlût isminde çok güçlü bir reisleri bulunmaktaydı. Allâh -celle celâlühû-, Câlût’u İsrâîloğulları’nın başına musallat etti. Câlût, İsrâîloğulları’nı mağlûb ederek çocuklarını ve kadınlarını esir aldı.
Benî İsrâîl’de Mûsâ -aleyhisselâm- zamanından beri muhâfaza edilen ve içinde bir kısım mukaddes emânetlerin bulunduğu kıymetli bir sandık vardı. Sandığı ele geçiren Câlût, hakaret olsun diye onu pisliğe attı. Bu sandığa Kur’ân-ı Kerîm’de “Tâbût” denilmektedir.
Ev, mal, mülk ve yurtlarından ayrı düşen İsrâîloğulları çok huzursuz oldular. Tâbût’un, ellerinden çıkmasına çok üzüldüler. Artık bütün emel ve gâyeleri Tâbût’u tekrar ellerine geçirmek olmuştu.
O sırada içlerinde, rivâyete göre İşmoil isminde bir peygamber vardı. Yahûdîler, ondan kendilerini kurtaracak bir hükümdar istediler. İşmoil -aleyhisselâm- da, duâ ve niyazda bulundu. Hak Teâlâ, “Tâlût” isminde bir kimsenin melik olarak tâyin edilmesini vahyetti. Fakat bir kısım yahûdîler, Tâlût’u hükümdar yapmak istemeyip bu ilâhî emre karşı çıktılar:
“–Tâlût, hükümdar soyundan değildir!” dediler.
Çünkü o zamana kadar İsrâîloğulları’na gelen peygamberler, Lâvî bin Ya’kûb’un; hükümdarlar ise, Yahûda bin Ya’kûb’un soyundan gelmekteydi. Tâlût ise, her iki soydan da değildi.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle anlatılır:
“Mûsâ’dan sonra, Benî İsrâîl’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere:
«–Bize bir hükümdar gönder ki (onun kumandasında) Allâh yolunda savaşalım!» demişlerdi.
Tâbût hakkında çeşitli rivâyetler bulunmaktadır. Bu rivâyetlere göre Tâbût önce Âdem -aleyhisselâm-’a indi, O’ndan Şit -aleyhisselâm-’a geçti, sonra sırasıyla İbrâhîm, Ya’kûb ve Mûsâ -aleyhimüsselâm-’a geçti. Mûsâ -aleyhisselâm-, Tevrât levhalarını ve bazı mühim şeyleri Tâbût denilen bu sandığın içine koydu. Tâbût’u seferde askerlerin önünde götürürlerdi. Böylece askerin morali yükselir, güçleri ve mâneviyâtı takviye olurdu.
Nihâyet Allâh Teâlâ, Tâbût’u melekler vasıtasıyla Tâlût’un evinin önüne koydurdu. Bunu gören İsrâîloğulları, Tâlût’un hükümdarlığını kabûl edip sükûna erdiler.
Böylece Cenâb-ı Hak, Tâlût’un hükümdarlığına dâir İsrâîloğullarının istediği alâmeti lutfetmişti. Ancak Allâh Teâlâ, onların da îman seviyelerini ortaya çıkaracak bir imtihan murâd eyledi.