Geçenlerde TBMM'de bir dergi dağıtılmış. Bu derginin içinde, biri de "Dua'nın kabul şartları" diye bir yazı yazmış. Yazının yayınladığı dergi İmam Hatip Lisesi Mezunlar derneğinin bir yayın organıymış.
Sanırım öğrendiklerinden aldıkları güvenle, duanın kabul edilmesini "şartlara" bağlamışlar.
Hem de ne şart...
Öncelikle hararetiniz yükselmeliymiş. Kişi dua konusuna o kadar yoğunlaşmalıymış ki adeta içi kaynamalıymış. Bu aşırı istek ona bu kapıyı açacakmış. Bir de Titanic örneği vermişler bunun için. Kurtulanlar hep halis dua ile Allah'a dua edenlermiş. Hatta bunu birkaç bilim insanın röportajıyla destekleyip "bilimsel bir gerçek" haline bile getirmişler.
Sonraki maddelerde duada aşırıya kaçılmaması, detaylara inilmemesi, önemsiz şeylerde ısrarcı davranılmaması, süslü ve yapmacık ifadelerin kullanılmaması, mananın söze feda edilmemesi, kısa ve öz ifadelerle halini Allah'a arz etmesi gerekliliği, acele cevap istenmemesi, iş olsun diye dua edilmemesi, hep aynı duanın okunmaması, şiir okur gibi dua edilmemesi gibi gereklilikler(!) sıralanmış...
Biz de sıralayalım o zaman, söz konusu yazının muadilinde bir farziyetle!...
Öncelikle, dua, valilik gibi üst kurumlara yazılan bir dilekçe metni değildir... Lise yıllarında kompozisyon dersi verir gibi, "detaya inme, abartma, süslü ifadeler kullanma, başlığı büyük harfle yaz, ilgi sayısını yanına düş, imza yeri aç, tarihi belirt, adres ver..." diyerek duayı sınırlandıramazsınız...
Dua, Allah'tan isteneceklerin sıralandığı bir "talep formu" değildir!..
Dua, -ki Kur'an-ı Kerim'de "salat" diye geçer, farsçası "namaz"dır- kişinin Yüce Yaradanı ile iletişime geçmesi, O'nun varlığını kendi benliğinde hissetmesi ve kendisine "şah damarından daha yakın" olanla bir şekilde konuşması, dertleşmesi, halleşmesi, sevinmesidir.
En yakınından daha yakın olanla, en sevdiğinden daha çok sevdiğiyle, en saygı duyduğundan daha çok saygı duyduğu Yaradan'la kişi kendi görgü, bilgi, saygı, sevgi ve iletişim anlayışı içinde istediği gibi konuşur, dertleşir...
Hiç kimsenin kişi ile Allah arasına girip "bunu söyleme yoksa duan kabul olmaz, kabul olması için bunları bunları yapmalısın" deme hakkı yoktur. Kimin duasının kabul olacağına, kimin kalbinin halis olduğuna ancak Allah karar verir. Titanic'ten kurtulanlarla yapılan röportajlarda kişiler kendilerinin halis bir kalp ile dua ettiklerini söylemeleri ve bunun "duanın kabulüne bilimsel gerçek" olarak sunulması ise hayatını kaybeden onca insana, Allah adı kullanılarak yapılmış bir haksızlıktır. Biri de benim gibi kalkıp sorar "O zaman, Leonardo di Caprio'nun canlandırdığı karakter, kötü ve dua etmesini bilmeyen birimiydi, alt güvertelerde kucağında çocuğu ile kapılar açılmadığı için suya teslim edilen anneler ve kucaklarındaki bebeler halis değil miydi?" diye...
Tabii bütün bunların yanında, bahsedilen kabul şartları, Din Psikolojisi'nin "duanın yeri ve önemi" noktasındaki çalışmalarına kaynak olabilir.
Ama lütfen İslamiyette ruhban sınıfının olmadığı unutulmadan, Allah'la kulun iletişiminin arasına, insanca sıralanmış kurallar manzumesi dayamadan, Allah'ın duaları kabul etmesi duasıyla bitirmeyi unutmayalım.