23 Mart 625 tarihinde oldu Uhud savaşı. Üzerinden yaklaşık 1500 yıl geçti. Unutulmadı bu savaş. Daha bir o kadar ve sonra bir o kadar zamanlar daha geçecek ama yine unutulmayacak, unutturulmayacak bu savaş ve benzeri Peygamberimizin katıldığı diğer savaşlar. İslam medeniyetinin oluşmasının ilk harçları atıldı bu savaşlarla. Müslümanların devlet olma yolundaki adımları sürdürüldü bu savaşlarla birlikte. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları Müslümanların varlıklarını kurumsallaştırdıkları sürecin tescili olmuştur İslam tarihinde. Bu savaşlarda kişiler ve fiziki güçler çarpışmamış ve kazananı da yine teknik ve teçhizat olmamıştır. İslam’la, İslam dışı anlayış, imanla imansızlık, hak ile haksızlık, küfür ile Kur’ani anlayış çarpışmıştır. Kazanan iman, Kur’an ve İslam olmuştur. Bu süreçler İslam ve Müslümanlar için bir proje ve prototip süreçler olmuştur kıyamete kadar benzer olayların anlaşılması ve kazanılması için. Sayıları az ama Allaha inanan ve güvenen bir ordu ile sayıları çok ama Allaha’a savaş açmış ordular çarpışmıştır bu savaşlarda. Allah c.c karşı açılan hiçbir savaşın başarılı olma şansı yoktur hiçbir alemde. Bunun göstergesi ve izahı olmuştur bu savaşlar, anlayanlar için. İmanın duaya, duanın da sahadaki zafere dönüştüğü savaşlar olmuştur Bedir, Uhud ve Hendek. Bedir’de, Uhud’da ve Hendek’de hafızanın alamadığı, aklın kabul edemediği ve gözlerin göremediği harikulade haller yaşanmış, başarılı sonuçlar da bunların izi ve eseri olmuştur. Bunu anlamak için, bir duanın yansıması olarak, Uhud’da yaşandığı rivayet edilen savaş sonrası şu anekdota bakmamız yetecektir.
“Hz. Aişe annemiz, Uhud’da olup bitenler hakkında bir haber alabilmek için kadınlar arasında yola çıkmıştı. Yolda, Hind bint-i Amr’a rastladı. Hind, kocasının, oğlunun ve kardeşinin cesetlerini bir deveye yüklemiş getiriyordu. Hazret-i Âişe ona: “–Geride ne haber var?” diye sordu. Hind: “–Hayırdır. Rasûlullâh iyidir. O sağ olduktan sonra her musibet hafif kalır” dedi. Hazret-i Âişe devede olanları işaret ederek; “–Onları nereye götürüyorsun?” diye sordu. Hind: “–Medîne’ye götürüyorum. Oraya defnedeceğim” dedi. Yürümesi için biraz zorlayınca deve çöktü. Hazret-i Âişe: “–Deve, yükünün ağırlığından dolayı mı çöküyor?” diye sordu. Hind: “–Neden çöktüğünü bilmiyorum. Hâlbuki diğer zamanlarda iki devenin yükünü taşırdı. Fakat şimdi ona farklı bir hâl olduğunu görüyorum” dedi. Zorlayınca deve kalktı, ancak Medîne’ye yöneltilince yine çöktü. Yönü Uhud’a çevrildiğinde ise koşmaya başladı. Hind, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yanına varıp durumu anlattı. Peygamberimiz ona: “–Deve vazîfelidir. Amr’ın herhangi bir vasiyeti var mıydı?” diye sordu. Hind: “–Amr, Uhud’a gideceği zaman kıbleye dönmüş ve: «Allâh’ım! Bana şehîdlik nasîb et! Beni me’yûs ve mahrûm bir hâlde ev halkıma döndürme!» diye duâ etmişti” dedi. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şunları söyledi: “–İşte bunun içindir ki deve yürümüyor. Ey Ensâr topluluğu! Sizden her kim Allâh’a yemin etmişse ona sâdık kalsın. Ey Hind! Kocan Amr, sâdıklardandır. O şehîd edildiği andan itibâren melekler kanatlarıyla üzerine gölgelik yaptılar ve nereye defnedilecek diye bakıp durdular. Ey Hind! Kocan Amr, oğlun Hallâd ve kardeşin Abdullâh cennette bir araya gelecek ve arkadaş olacaklardır.” Bu müjde üzerine Hind, sâdıklardan olan kocası ile ebedî hayatta da berâber olmayı arzulayarak: “–Yâ Rasûlallâh! Ne olur Allâh’a duâ et, beni de onlarla bir araya getirsin” diye yalvardı.
Bedir, Uhud, Hendek ve benzeri savaşlar, imanın duaya, duanın sahaya ve zafere yansıdığı savaşlar olmuştur. Kazanılan zaferler ve elde edilen sonuçlar Allah c.c yardımının sonucudur.