Kadın ve şeytanın hikâyesini duymuş muydunuz? İnsanlığın ilk var olduğu dönemde, adamın biri şeytanı yakalamaya karar vermiş. Ancak bunun için, kırk yıl Tanrı'ya ibadet etmesi gerekiyormuş. Karısıyla, dostlarıyla ve bütün dünyayla ilişkisini kesmiş, kendisini ibadete adamış. Kırk yıl sora Tanrı, ibadetinin karşılığı olarak ona ağzı kapalı bir şişenin içinde şeytanı sunmuş.
Artık özgürmüş adam. Dünyada neler olup bittiğini görmek, nelerin değiştiğini öğrenmek için sabırsızlanıyormuş. Şişeyi karısına teslim etmiş, ona iyi sahip olmasını söylemiş ve dışarıya çıkmış.
Kadıncağız şeytanı çok merak ediyormuş. Ve merakına yenilip şişenin ağzını açıvermiş. Açar açmaz da şeytan şişeden fırlayıp çıkmış ve gülmeye başlamış. Merakına engel olamadın ve kocanın kırk yıllık emeğini boşa çıkardın, diye alay etmiş kadınla. Yok canım, demiş kadın. Sen hiç o şişenin içinde olmadın ki.
Nasıl olur? diye haykırmış şeytan. Sen de gördün, şişeden çıktım ben! Hiç o şişenin içinde değildin, inanmıyorum buna. Nasıl küçücük şişeye girebilirsin ki? Kafası atmış şeytanın. Gireyim de gör! demiş ve yeniden şişenin içine girivermiş. İşte böyle. Adamın şeytanı hapsetmesi kırk yılını almış, kadının ise yalnızca beş dakikasını almış. ***
Adam işten çıkmadan önce karısını evden arar. Tatlım, patron bir kaç arkadaşıyla beraber komşu vilayetteki büyük gölde balık avlamaya gidecek, benim de gelmemi istiyor.
Bu hafta sonunu orada geçireceğiz. Bu benim terfi almam için iyi bir fırsat. Benim için yeteri kadar giysi ve olta takım çantamı hazırlar mısın? Direk ofisten çıkacağız ve geçerken evden çantaları alırım. Haa, yeni ipek mavi pijamamı da koymayı unutma.
Karısı biraz işkillenir. Fakat kocasının istediklerini de yapar. Hafta başında adam eve gelir, biraz yorgundur ama iyi gözükmektedir. Karısı onu karşılar ve çok balık tutup tutmadığını sorar. Adam: Haa, evet epey balık tuttuk. Fakat sana söylediğim pijamayı çantaya koymamışsın. Karısı: Pijamayı oltanın bulunduğu takım çantasına koymuştum, der. ***
Babalar aslında en çok kızlarını severler, ama inanmaz kimse buna, yalan derler, imkânsız derler. Her nedense kimse çıkıp da neden? demez. Nedendir bilir misiniz? Çünkü kız babası olmak, farklıdır, özeldir bambaşka bir duygusallık verir babalara.
Hayatında hiç ağlamayan babalar bile kızlarını ellerine aldıklarında, tutamazlar gözyaşlarını. Ama bir taraftan da zordur kız babası olmak. Bir kız, iki evlat demektir. İki canı birden sırtına yüklenmek demektir. Çünkü biri iki yapan da kadındır, ikiyi üç yapan da. Bunu bildiklerinden babalar, onların üzerlerine daha da titrerler. Onlara her baktıklarında bazen kırdıkları annelerini, ama her şeye rağmen onları yetiştiren annelerini anımsarlar.
Diğer bir yandan da koruma içgüdülerine yenilirler, kızlarına hiçbir şey olmasın, onlar hiç üzülmesin, gözlerinden bir damla yaş gelmesin isterler. O bir damla yaş için koca dünyayı yıkacak olurlar. Ama bu sevgilerini, bu bağlılıklarını asla gösteremezler, utanırlar. Çünkü baba demek, güçlü, çatık kaşlı olmak olarak öğretilmiştir onlara.
Gülümsemek isterler o güzel kızlarına gülümsemek ama rolünün dışına çıktıklarını düşünüp dönerler eski çatık kaşlı, gergin suratlarına. Bazen ağlamak isterler ama erkekler ağlamaz denmiştir onlara. Yapamazlar bu yüzden, saklarlar gözyaşlarını. İşte böylece her şeyi içlerine atar kız babaları, yansıtmazlar asla duygularını.
Dayanamazlar gece yarılarına ve giderler o güzel kızlarının tatlı şirin odalarına. Uzun uzun bakarlar yüzlerine ve bir kez daha hayran olurlar o muhteşem güzelliklerine. Gündüzleri dokunamadıkları gözlerine, ellerine, hiç bırakmayacakmış gibi dokunurlar. İçlerindeki duygunun gözyaşlarını boşaltırlar ve yavaşça güzel kızlarını öpüp iyi geceler derler, derinden derinden. Eğer siz de bir sabah uyandığınızda yanağınızda bir damla gözyaşı hissederseniz, bilin ki babanız, o gece sizi izlemiş ve en sonunda iyi geceler deyip gitmiştir.