“Cinleri ve insanları kulluk yapmak için yarattım” buyuran Yüce Allah; bu varlıklardan kendisini tanımalarını, bu tanımanın gereği olarak da itaat ve ibadet etmelerini istemiştir. Kulluk; Allaha itaat ve ibadet, diğer insanlarla adalet ve paylaşma üzere bir yaklaşım, tüm canlılara karşı da merhamet etmek olarak tarif edilmektedir. Böyle kodlanmış ve pratiğe dönüştürülmüş bir yaşam kulluktur.
Kulluk; hayatın tamamını kapsam alanını içine alan ve akil-baliğ olduktan sonra -akli melekeler yerinde oldukça- ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Evde seccade üzerinde, ev dışında da camide yapılan ibadetlerle sınırlı olarak algılanmış olan toplumsal kulluk tarifi; Kur’an anlayışına ve Peygamberi yaşam şekline uygun değildir. Belirtilen bu kulluk şekli; kulluğun ibadetteki bir bölünü ifade eden ama olmazsa olmazların başında gelen husustur.
İtikad, ibadet, ahlak, muamelat, yardımlaşma, paylaşma, merhamet, adalet gibi; kişinin kendiyle yaratını arasında, kendisiyle diğer insanlar arasında ve kendisiyle diğer varlıklar arasındaki ilişkilerin tamamı kulluktur ve bunların bir ölçüsü vardır. Bu ölçü Yaratan tarafından Kitabı Mübininde bildirilmiş, Elçisi tarafından da pratik olarak gösterilmiştir. Sözü edilen bu konular, belirtilen şekliyle yerine getirilmesi halinde hayatın tamamı ibadete dönüşecek ve Yaratanın tarifini yaptığı kulluk şekli oluşacaktır.
Yazımıza başlık yaptığımız; “Kulluğu Kafaya Programlamak” kavramı, tam da kulluğun hayata yansımasını anlatacak bir deyimdir. Yaratanın tarifini yaptığı ve yarattığı kullarından istediği kulluk şekli; kulluğun kabulü ve bunun itirazsız ve istisnasız vücudu idare eden beyin organına programlanmasıyla sağlanacaktır. Top yekun bir kabul ve bu kabullerin davranışa dönüşmesi anlamına gelen kulluğun yerine getirilmesi ve yürütülmesi; Yaratanın istediklerinin ve belirttiklerinin tarafı olarak bir duruş ve yaşayış tercihidir.
İlahi iradenin istediği taraf olmak; İlahı Allah, Peygamberi Allah elçileri ve özelde son ümmet için Hz. Muhammed(s.a.v.), kitabı Kur’an(son ümmet için) ve dini İslam tercihi ile mümkündür. Bu tercih; akil baliğ ile başlayacak, ölümle sonuçlanacaktır. Sözünü ettiğimiz kulluğun oluşmasını ve bunun İlahın isteği olduğunu anlatmak için Peygamberimiz s.a.v. efendimiz; “Çocuk İslam fıtratı üzere doğar, onu anne-babası Mecusi, Hıristiyan veya Yahudi yapar” buyurarak; kulluğun İslam olduğunu hem ilan etmiş, hem beyan etmiş, hem de kesin ve net olarak belirtmiştir.
Kulluğun Kafaya Programlanması; Allah c.c. tarafından yaratılış fıtratı olarak belirlenmiştir. Bu fıtrat; anne rahiminde insan beynine kodlanmıştır. Doğan çocuk bu fıtrata uygundur ve meyillidir. Başka yöne ve yana yöneltilmediği sürece kendiliğinden İslami değerler üzerine yetişecek ve yürüyecektir. Bunun pratik örneği ve Kur’ana konu olmuş yansıması Hz. İbrahim’de görülmektedir. Hz. İbrahim; “Kulluğun Kafaya Programlanması”na örnek olacak bir yöneliş ve yaşayışla, kendiliğinden tevhidi bulmuş, bunun mücadelesini günün otoritesine karşı yalnız başına verme cesaretinde bulunmuştur.
“Kulluğu Kafaya Programlamak” her Müslüman için tabi bir durumdur. Eğer kulluk kafaya programlanmamışsa, ömür denen yaşam süreci içinde zaman zaman küçük ama zaman zaman da çok büyük itikadi ve ameli, ahlaki ve sosyal savrulmalar olacaktır. Kulluk; hayat biçimi, bunun kafaya kodlanması; bu hayat biçiminin tercihi, davranışlar da; bu tercihin ahlaka dönüşmüş şeklidir. Eğer, Yaratanın istediği kulluk şekli kafaya programlanmışsa; o kimsenin kulluğu Hz. Muhammed s.a.v’in yaşam şekli gibi olacaktır.