Efendisinin kalemi olup zirve yapacağıma, kalemimin efendisi olup dipte kalmayı yeğlerim. Hak ve hakikat namına mücadele edip zindanlarda hapsolmak, dalkavukluk yapıp saraylarda yaşamaktan iyidir. Netice itibarıyla zindan ebedi mutluluğa öbür türlüsü ise insanı ebedi hüsrana götürür. Diğer bir ifade ile " Haksız bir davada zirve olmaktansa, hak davada zerre olmayı tercih ederiz." şeklinde izahat yapılabilir. Peşin olanı tercih edenler haksız dava peşine giderek malca ve makamca belli bir yere gelebilirler. Onların malına ve makamına asla imrenmemek gerekir Zira, Taha Suresi 131. Ayette Cenab-ı Hâk, "Onlardan bazı kimselere verdiğimiz dünya hayatının süsü ve debdebesinden ibaret olan geçimliklere gözün kaymasın! Biz bu nimetlerle onları imtihan ediyoruz. Unutma ki, Rabbinin senin üzerindeki nimeti ve âhirette sana vereceği rızık hem daha hayırlı, hem çok daha devamlıdır." buyurmaktadır. Gerçek manada "Ahiret Yurdunun" varlığına inananlar ayetteki hakikatleri içselleştirirler. Asla ebedi hayatı geçici hayata tercih etmezler. Ne pahasına olursa olsun Hâk'tan ayrılmazlar.
Tevbe Suresi' nin konumuzla alakalı şu ayet-i kerime'lerine lütfen kulak verelim:
23 - Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir.
24 - Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.
Ayetlerin anlamı oldukça sarihtir. Kazandıklarımız alın terimiz, göz nurumuz da olsa Allah Teâlâ'dan ve Rasullerinden daha kıymetli olamaz. Bir de dünyalık elde ettiklerimiz dalkavukluğumuz sebebiyle olduğunu düşünelim. Durum çok daha vahimdir. Rabb-ul Âlemiin bizim vicdanlarımıza hakkın terazisini yerleştirmiştir. Vicdan terazisi her daima devrede olmalıdır. Yaptığımız ve yapacağımız ne varsa bu terazide tartmalıyız. Hukukta " vicdani kanaat" diye bir tabir kullanılır. Aslında vicdan terazisi demektir. Bu terazinin temel ölçü birimi " kendine yapılması istemediğini başkasına yapma" dır. Kendine uygun bulduğunu başkası için de uygun bul diyebiliriz aynı zamanda. Bu kriterleri devlet yöneticileri devreye soksa sorunların % 90'ı ışık hızıyla hallolur.
Bu mantıkla hareketle vekiller mecliste parmak kaldırıp indirdiğini düşünelim. Halkın zararına olacak bir yasa meclisten katiyyen geçmez. Hak etmeyene hak olmayan şey verilmez. Ya da hak etmeyen kimse hakkı olmayan bir şeyi istemez ya da almaz. Kalemin efendisi ya da efendisinin kalemi meselesi çok önemlidir. Adamlık bu cümlede yatmaktadır. Efendisinin kalemi sadece yazarlarla alâkalı bir kavram değildir. Hayatın her alanını kapsar. Tuttuğu partiyi ne pahasına olursa olsun savunmaktan tutun da, tarikatının her söylemine ve eylemine boyun eğen müridine kadar uzanır gider bu iş.
Osmanlı Tarihinde Padişahların Sadrazamları vardı. Sadrazam. padişah adına devlet işlerini yöneten en yüksek derecedeki devlet adamına denir. Sadrazamlara Vezir-i Azam da denir Vezir-i Azam, vezirlerin ve devletin diğer ileri gelenlerinin başı ve padişahın mutlak vekilidir. Devlet yönetiminde padişahtan sonra gelen en yetkili kişidir. Padişahın biri vezirine yaptığı icraatları değerlendirmesini ister. Vezir her defasında olumlu rapor verince; padişah veziri görevden alır. Yeri ve zamanı geldiğinde eleştiri yapmayan biri efendisinin kalemi olduğundan padişah böyle birini devlet yönetimi için sakıncalı görür. Padişah doğrusunu yapmıştır.
Hz. Ebubekir (RA) halife seçilince hutbede taptığı konuşma çok önemlidir. Bir bölümünü buraya alıyorum. Ey insanlar! Ben, üzerinize vâli ve emir oldum. Halbuki, sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyilik edersem bana yardım ediniz. Fenalık yaparsam bana doğru yolu gösteriniz!" "Doğruluk emânettir. Yalancılık hiyânettir. İnşaallah, içinizdeki en zayıfınız kendisinin hakkını alıncaya kadar, yanımda en güçlünüz olacaktır! İnşallah, içinizde en güçlünüz de üzerine geçirdiği hakkı kendisinden alıncaya kadar benim yanımda en zayıfınız olacaktır."
"Ey insanlar! Allah yolunda cihadı terk etmeyin! Bilin ki, cihadı terk eden kavim zelil olur."
"Ben, Allah ve Resûlüne itâat ettikçe, siz de bana itâat ediniz. Ben, Allah ve Resûlüne âsi olursam, sizin de bana itâatınız lâzım gelmez."
"Kendim ve sizin için Allah'tan af ve mağfiret dilerim!"
Burada farkında iseniz hakkı üstün tutmak vardır. Efendiye hakkaniyet ölçüleri içerisinde kalındığı sürece itaat vardır. Bu manada Hadis-i Şerif de var zaten. " Amirler hakkın hilafına emir verdiklerinde onlara itaat yoktur" diye... "Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu "Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun."
Hud Suresi 112. Ayet meali: İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır. Evet bunca deliller bize vicdanınızın sesi olun, efendinizin kalemi kölesi olmayın diyor. Sözü çok uzatmaya da gerek yoktur. Sanırım verilmek istenen mesaj verilmiştir. Sôzlerini Ali İmran Suresi'nin 61. Ayet-i Kerime'sinin mealiyle bitiriyorum. 61: Sana gerçek bilgi geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında münâkaşa ederse onlara de ki: “İddianızda samimi iseniz gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı, öz nefislerimizi ve öz nefislerinizi çağıralım, sonra gönülden dua edelim de Allah’ın lânetinin yalancılar üzerine inmesini dileyelim.”