KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM…
Bugün, bir önceki yazımızda kaldığımız yerden devam etmek istiyorum ancak konumuza girmeden önce bir hususa değinmem gerekiyor. Yaklaşık altı-yedi yıldan beri, Büyükşehir Belediyesi’nin aleyhinde haber yapan gazetenin, son zamanlarda tamamen duygusal bağlar sonucunda, anında bir ‘U’ dönüşü yaparak, haber politikalarını değiştirdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Hatta gazetenin başyazarının, daha önceleri aleyhinde yazı yazmaktan geri kalmadığı Vezir Hazretleri’ni şimdilerde övmesi, ancak ona mahsus bir durum olduğunu da unutmamak gerek. Bir insan hangi işi yaparsa yapsın, hangi meslek erbabı olursa olsun, işini hakkaniyet ölçüsünde yapmak zorundadır. Ölçü vicdan olmalı, cüzdan değil. Ölçünüz cüzdan olursa burnunuz pislikten çıkmaz! Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in Maide Suresi’nin sekizinci Ayet-i Celilesi’nde şöyle buyuruyor :“ Ey iman edenler. Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun, bu Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır. Allah’a isyandan sakının, Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilendir”
Bu Ayet-i Kerime’den de anlaşılacağı üzere, yaptığımız işlerde ölçümüz doğru olmalıdır. Bir insana kızdığımız için, onun aleyhinde olan her şeyi değerlendirmemiz gerekmiyor, tam aksine haklı olduğu konularda yanında olmak zorundayız. Aynı şekilde haksız olduğu konularda da karşısında durmak zorundayız. Allah’a hamd-ü senalar olsun ki gazeteyi kurduğumuz günden itibaren bu ölçüyü hiç terk etmedik. Kızdığımız insanların doğru işlerinde yanlarında olduk, yanlış işlerinde karşılarında olduk. Örneğin geçtiğimiz hafta ulusal bir gazetede Vezir Hazretleri ile ilgili çıkan haberde, bunun en bariz örneğini gösterdik. Aynı şekilde Rektör Hüseyin Akan’la ilgili çıkan haberlerde de Akan’a şahsi kızgınlığımız olmasına rağmen, haklı davasında yanında olduk. Bu duruş sadece inancımızın değil, karakterimizin de gereğidir. Üç kuruşluk menfaatimiz için veya insanların gönüllerini hoş tutmak adına, asla doğrudan taviz vermedik, vermeyeceğiz de.
Gelelim kaldığımız yere; malumunuz bir önceki yazımızda OMÜ’de bugüne kadar olup bitenleri yazmıştık. Bugünden sonra olması muhtemel gelişmelerle ilgili yazı yazmaya yerimiz kalmamıştı. Bazı dostlar “Gazete senin değil mi, neden bize ayrılan yer deyip kısıtlıyorsun. Dilersen sahifeyi doldur, sana kim ne der” diye sitem ediyorlar. Arkadaşlarımız haklı, ancak her insanın hayata bakış açısı vardır, benim hayata bakış felsefem de bu gazete benim de olsa, çok önemli bir durum olmadıkça, bana ayrılan yarım sahifenin üzerine çıkmak istemem. Konumuza dönmemiz gerekirse; Üniversite’nin bugüne kadarki seyrini yazmış, bundan sonraki seyrinde kalmıştık. Bundan sonraki seyrine gelince, öncelikli olarak şunu belirtmek isterim ki Rektör Akan’ın ekibinin neredeyse tamamı, Rektör adayı Şenol Eren’inden tutun da Haydar Şahinoğlu’na, Mahmut Aydın’dan tutun da Mustafa Bekir Selçuk’a varıncaya dek, Hocanın ekibinde görev almış olan herkes Rektör adayı.Tabii ki diğerlerini şimdilik pas geçiyoruz.
Bu adayları biraz değerlendirecek olur isek, Haydar Şahinoğlu görev yaptığı süre zarfında, yardımcılığına atadığı isimlerin paralel yapıya yakın olmaları iddiası ve eşinin paralel yapıyla olan yurt dışı ziyaretlerinden, yurt içi faaliyetlerine varıncaya dek icraatları ona pek şans tanıtmaz. Mahmut Aydın’a gelince; Paralel Yapı ile yaptığı mücadeleye bakıldığında, en şanslı isimlerden birisi olarak gözükmekte, ancak Rektör Yardımcılığı döneminde biraz sert ve mesafeli idareciliği nedeniyle oy almakta sıkıntı çekeceği, sadece kendisinin aldığı isimlerden oy alabileceği yönünde bir kanaat var. Şenol Eren bu isimler içerisinde en yumuşak ve oy alabilecek bir isim olarak gözükse de görev yaptığı süre zarfında hiç bir kimsenin işini yapmadığı ve sadece Rektör’ün talimatları doğrultusunda icraat yaptığı için Rektör’ün adamı olarak görev yapacağı kanaatinin hakim olduğu gözükmekte. Ben şahsen Şenol Eren’i severim, ancak o da ağabeyi Hüseyin Eren gibi sadece koltuğunu korumak adına icraat yaptığı kanaati hasıl olduğundan, hüsnü teveccüh görmüyor. Mustafa Bekir Selçuk’a gelince; Mustafa Hoca, benim nezdimde sınıfta kalmış bir arkadaşımızdır. Neden sınıfta kaldı derseniz, ben O’nu yaklaşık otuz yıldır tanırım. Benim tanıdığım Mustafa Hoca’nın para ile pul ile işi olmaz. İnandıklarını yaşama noktasında tavizsiz bir kişiliğe sahip bir insandır. Ancak Başhekim olarak görev yaptığı süre zarfında, gelen belge ve bilgiler o kadar kötü ki anlatamam. Hele dillere destan bir oğlundan bahsedilmekte ki “Hastanede kuş uçsa onun haberi olur” diyorlar. Delikanlının zaman zaman Hastaneyi dolaşıp, eskiyen eşyalarla ilgili ‘şunu değişelim, bunu yenileyelim’ yönünde fikirler beyan ettiği de dilden dile dolaşmakta. Mustafa Hoca önce çıkıp kamuoyuna bir açıklama yapacak, diyecek ki “Kardeşim, benim oğlumla ilgili iddiaların tamamı yalandır. Başkasının üzerinden ihaleler aldığı da yalandır. Bunlara benim göz yumduğum iddiası da yalandır” Ondan sonra Hoca, kendi arkadaş grubuna kendisini samimi bir dille ifade edecek, ondan sonra da bizleri çağırıp bunları bizlerle konuşacak. Aksi halde benim vicdanımda Mustafa Hoca sınıfta kalmıştır, haberi ola. Peki bu isimleri eledin kim olacak Rektör derseniz, Eylül ayını beklemenizi söyleyeceğim, zira benim de bildiklerim var, kalın sağlıcakla.