Ülke geleceği ile ilgili iki fikri irdelemek istiyorum, bu yaklaşımla herhangi bir fikrin üstünlüğünü araştırmaktan ziyade neden birbirimizi anlamak için uğraşmadığımıza ışık tutmaya çalışacağım.
İktidarın uzun zamandır çılgın proje olarak açıkladığı kanal İstanbul ve 3. Hava limanıyla ilgili yaklaşımın nasıl algılandığını ve bu algı çerçevesindeki halkın yaklaşımının, destekledikleri siyasi görüşlerce nasıl yorumlandığını görmemiz gerekmektedir. Kanal İstanbul projesi herkesin bilgisi olduğu üzere belli bir alandan boğaza alternatif bir hat oluşturulmasıdır. Neden sorusuna cevap bulmamız için bundan önce boğazlar hakkında yapılan sözleşmeyi görmemizde yarar vardır.
Montreux Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936) 1. Kısım Ticari Gemiler madde 2
Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aşağıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazların bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması işbu Sözleşmesinin I sayılı Ek'inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır. Anlaşıldığı üzere kullanılacak olan boğazlarda kılavuz kaptanlık istenmesi ve gemilerin boğaz içinde bir limanda demirlemesinin dışında bu gemilerden herhangi bir ücret alınmayacaktır.
Eğer ücret alınırsa,yıllık kazancımız ne boyutta olabilirdi. Bu rakam 30 milyar dolarla eş değer bir tutar olarak telaffuz edilmektedir. Peki İmf 'ye son borç taksidi ne kadar ödendi. 421 milyon dolar. İmf den bu günkü kur üzerinden ilk borç ne kadar alındı ,1961 yılında 30 milyon dolar. Sizce çelişkiler var mı? olayın içinde. Yıllık kazancınız hesaplandığında İmf den borç alınma ihtimalinin bile olmayacağı bir altın yumurtlayan tavuk elimizde dururken, biz onu kullanamıyor ve dışarıya borçlandırılıyoruz. Garip bir durum değil mi? Bunun yanı sıra orada oluşacak iş potansiyelinin ve istihdamın ülkeye getirisi olur mu? sizce.
Peki muhalefet olaya nasıl yaklaşmıştır.CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, ulusal güvenlik uzmanlarına danışarak, Kanal İstanbul'un yapılması halinde adaya dönüşecek İstanbul'un batı yakası için oluşabilecek risklerle ilgili senaryo oluşturdu. Milliyet'in haberine göre Oran, bu senaryoya dayalı olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, "Batı İstanbul'u bir adaya çevirecek bu proje kabaca 5-6 milyon insanın bir kısmının doğal felaket veya radyoaktif serpinti durumunda tahliyesi gerektiğinde doğuda iki köprü ve Marmaray tüneline; batıda bu kanal üzerinde kurulacak köprülere mecbur kalınması halinde bu felaket durumunda tahliye nasıl gerçekleşecektir? Benzeri biçimde savaş durumunda köprülerin yıkılması halinde Trakya'nın takviyesi sadece deniz yolu ile mi sağlanacaktır?" sorularını yöneltti.
Gezi eylemlerinde İngiliz haber kanallarının ilgisinin altında yatan gerçek, acaba oradaki radyoaktif sızıntıdaki tahliye planı mı? yoksa kazancı artacak ve dışa bağımlılığı kesin olarak sona erecek olan Türkiye'nin bölgede hakimiyet alanı oluşturması mı? neden bu kadar ilgili olduklarını umarım anlamışsınızdır. Peki iki birbirinden uzak düşüncenin benimsetildiği insanların olaylara yaklaşımı nasıl olacaktır. Doğal olarak kendilerini temsil eden siyasi gücün yaklaşımıyla örtüşecek. Burada asıl meselenin ülkenin geleceği olması gerekirken, ülke insanlarının kutuplaştırılması ne denli doğru bir yaklaşım olabilir.