Hayatlarımız kanser gibi çok zorlu bir hastalık tarafından tehdit edildiğinde bile yaşama ve savaşma isteğine sahip olmak tedavi sürecine verdiğimiz yanıtı büyük ölçüde etkiler. Pek çok doktor benzer yaştaki, aynı tanı ve hastalık derecesine sahip, aynı tedavi programları uygulanmış hastalarda bile farklı sonuçlar elde edildiğini belirtmektedir.
Zihin, beden ve kişinin sağlığı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu 2000 yılı aşkın süredir Platon ve Galen'in yazılarından biliyoruz. Platon "Birçok hastalığın tedavisi doktorlar tarafından bilinmiyor çünkü onlar bütünü bilmiyorlar. Bütün iyi olmadıkça parça asla iyi olamaz.” sözüyle aslında ruhsal ve bedensel bir bütünlüğün ancak birlikte mümkün olabileceğini vurgulamıştır.
Son zamanlarda sağlık hizmetlerinde bu bilgeliğin, yani bir bedenin psikolojik ve fiziksel unsurlarının ayrı, yalıtılmış ve ilgisiz olmadığı, toplam bir sistemin hayati derecede bağlantılı unsurları olduğu gerçeğinin farkına varılmasına doğru bir değişim yaşanmıştır. Sağlığın, fiziksel ve çevresel faktörler, duygusal ve psikolojik durumlar, beslenme alışkanlıkları ve egzersiz kalıpları da dahil olmak üzere birçok girdinin dengesi olduğu giderek daha fazla kabul edilmektedir.
Araştırmacılar artık meditasyon, biofeedback ve görselleştirme (vücutta olup bitenler hakkında zihinde olumlu imajlar yaratma) gibi teknikleri kullanarak zihni vücudun kanserle mücadelesine aktif olarak dahil etme yöntemlerini deniyorlar. Bazı doktorlar ve psikologlar doğru tutumun hücre fonksiyonu üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olabileceğine ve sonuç olarak kanseri tedavi etmese bile durdurmak için kullanılabileceğine inanıyor. Psikonöroimmünoloji adı verilen bu yeni bilimsel çalışma alanı, zihinsel ve duygusal aktivitenin fiziksel sağlık üzerindeki etkisine odaklanıyor ve hastaların iyileşmesinde çok daha büyük bir rol oynayabileceğini gösteriyor.
Zihnin bağışıklık savunma sistemini kontrol etmesinin mümkün olup olmadığını öğrenmemiz için daha yıllar geçmesi gerekecek gibi görünse de Biofeedback ve görselleştirme ile yapılan deneyler, pozitif düşünmeyi teşvik etmesi ve rahatlama sağlaması, dolayısıyla yaşama isteğini artırması açısından faydalıdır. Ancak hastanın tüm inancını bunlara bağlaması ve geleneksel tedaviyi göz ardı etmesi durumu gibi bir şey söz konusu dahi değildir.
Bir hastanın yaşama isteğini güçlendirmek için yapabileceği en iyi şey, hastalığıyla mücadeleye aktif bir katılımcı olarak katılmasıdır. Hastalar hastalıklarına agresif bir mücadele duruşuyla yaklaştıklarında artık çaresiz kurbanlar değillerdir.
Çaresiz kurbandan aktif bir bireye geçiş yaparken, farkına vardığınız en önemli şeylerden biri, her şeyin başkalarının sizi nasıl algıladığı ve size nasıl davrandığıyla ilgili olduğudur. Durumunuzu kabul edebilir ve kendinize acımayı bırakırsanız, başkaları sizin için üzülmeyecektir. Eğer hastalığınızı ve tıbbi tedavinizi gerçekçi bir şekilde tartışabilirseniz, korku ya da tuhaflık olmadan aynı şekilde yanıt vereceklerdir. Ne hakkında konuşmak isteyip istemediğinizi net bir şekilde açıklayarak ve onların yardımını isteyip istemediğinizi ve ne zaman istediğinizi açıkça belirterek, ailenizi, arkadaşlarınızı ve iş arkadaşlarınızı nazikçe uyarmak en doğal hakkınız.
Hayatınızı başkalarıyla paylaşmak ve arkadaşlarınızdan ve ailenizden yardım veya destek almak, başa çıkma yeteneğinizi geliştirecek ve hayatınız için mücadele etmenize yardımcı olacaktır. Yalnız olan bir kişi çoğu zaman çaresiz bir kurban gibi hisseder. Her insanın kendi sorunlarınızı paylaşma ihtiyacı vardır, ancak başkalarının günlük yaşamın sorunlarına çözüm bulmasına veya bunlarla daha iyi başa çıkmasına yardımcı olmak hem verene hem de alana güç verir. Hayatta ihtiyacı olan birine yardım etmekten daha tatmin edici çok az deneyim vardır.