Aslında bugün köşe yazmayı düşünmüyordum. Neden düşünmüyordun derseniz, birilerinin bazı konularla ilgili ne yazıp çizdiklerini bekleyip ondan sonra yazacaktım ama dün iki konuya şahit olunca yazmam gerektiğini düşündüm ve bu yazıyı ele aldım. Bugün iki konuya değineceğim konularımızdan ilki görevden alınan Kızılay Başkanı ile ilgili olacak, ikincisi ise AK Parti il Başkanı ile ilgili kayınçomun haklı oluşunu değerlendirmek istiyorum. Merhum Erbakan Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçtiğimiz için hayatımızın her yerinde onun konuşmalarından alıntılar olur. O bizim idolümüz olduğundan şahsen ona çok şey borçlu olduğumu düşündüğümden konuştuklarına çok önem verirdim. Merhum Hoca, sürekli “Diğer siyasi partiler ve Milli Görüş” sözünü çok kullanırdı. İlk zamanlarda, acaba Hoca ne demek istiyor, neden böyle konuşuyor diye düşünür dururdum. Daha sonra yaşadıkça, siyasi olayların gelişini ve partilerin duruşlarını gördükçe Hocanın ne kadar haklı olduğunu anladım.
Gazetecilik mesleğine girmeden önce bu meslekte olanların ne durumda olduğunu üç aşağı beş yukarı bilirdim ama tamamının bir yana olabileceği aklımın ucundan dahi geçmezdi. Bu mesleğe mensup insanların büyük bir kısmının üç kuruşluk menfaati için eğriye doğru, doğruya da eğri diyebileceklerine asla ihtimal vermezdim. Ne zamanki bu mesleğe girdim, bizzat yaşadığım olayların ardından müslüman geçineninden solcusuna, ülkücüsünden komünistine varıncaya dek tamamına yakınının üç kuruşluk menfaatleri için her türlü taklayı atıp, istenilen her şeyi yazabileceklerini görünce merhum Erbakan Hoca’nın yukarıdaki sözü aklıma geldi ve “Diğer gazeteler ve Denge Gazetesi “ sözünün, doğru bir söz olacağını düşündüm.
Dilerseniz sadece tek bir örnekle ne demek istediğimi açıklayayım. Malumunuz, 2011 yılında Kızılay Samsun Şubesi ile ilgili yaptığımız haberlerin ardından Cumhuriyet Savcılığı bir operasyon yapmış, Şube Başkanı ve yöneticilerin bir kısmı tutuklanmış, yaklaşık beş ay içeride yattıktan sonra tahliye edilmişlerdi. Daha sonra mahkeme sonuçlanmış ve üzerlerine atılı suçların bir kısmından beraat etmişler, bir kısmından aldıkları cezalarla ilgili hükmün açıklanması geriye bırakılmış veya erteleme verilmişti. Biz bu haberleri neden yapmıştık? O insanlarla aramızda en ufak bir sorun olmamasına rağmen neden o haberleri yaptık derseniz, biz elimizdeki belgeleri yayınladık, Savcılık da görevini yaptı, mahkeme de üzerine düşeni yaptı. Görevden alınan arkadaş Kızılay gibi siyasi polemiklerden uzak tutulması gereken bir kurumu siyasallaştırmış, hatta ve hatta kendisi defalarca bir siyasi partiden milletvekili adayı olmuş, üyelerinin ve yönetiminin büyük bir kısmını kendi siyasi partisinden oluşturmuş bir arkadaş olmasına rağmen bir Allah’ın kulunun çıkıp, arkadaş bu kurum siyasetten uzak durmalı, buraya siyaset bulaşmamalı, hele hele başında bulunan kişi uzaktan yakından siyasetle ilgisi olmamalı demesi gerekirken, adam görevden alınınca neredeyse kahraman ilan edilecek… Böyle saçmalık nerde görülmüş, aklım almıyor.
Arkadaşın arkasında duranların bir kısmının Kızılay’dan nemalandığını çok iyi biliyorum. Bizim Papazın halefi olan şeriatçı geçinen arkadaşın neden ötesini berisini yırttığını biliyorum, ama diğerlerinin nasıl nemalandıklarını çok iyi bilmediğimden neden savunduklarını anlayamadım. Bana göre bu arkadaşın bundan tam beş yıl önce görevden alınması gerekirdi. Ama o günlerde Genel başkan olan zat ta Başbakan’a kadar gidip, olayı olduğundan çok farklı anlattığından görevden alınmamıştı. Allah’a hamdolsun ki o zat son Kızılay Kongresi’nde genel başkan adayı dahi olamadı, çünkü bizim bildiklerimizi Hükümet de öğrendi de O’nu aday yapmadılar. Yoksa aynı tas aynı hamam devam edecekti. Şimdi bazı gazatacı arkadaşlar, yoksa yer alımı vardı da engel mi oldu, diyorlar ya, bunu iddia edenler Tekirdağ’daki canım araziyi satıp, Kızılay’ın parası ile batan fabrikayı kimler almışlar, onun hesabını bir versinler de ondan sonra konuşsunlar.
Gelelim ikinci konumuza AK Parti il Başkanı Muharrem Göksel ile ilgili daha önce de yazdığım köşe yazısında düşüncelerimi beyan etmiştim. Ancak kayınçomun O’nunla ilgili ne düşündüğünü de çok iyi biliyordum. Normal şartlarda işinin yokuşa doğru gittiğini, aklını vezir Hazretleri’ne kiraya verdiğini, açıkladığı basın bildirisini Vezir Hazretleri’nin adamlarının hazırlayıp O’na imzalattıklarını da biliyordum. Hatta ve hatta abbasın yolcu olmasının söz konusu olduğunu da bile bile o yazıyı yazmıştım, pişman da değilim. Muharrem Göksel’in de benzer karakterli insanlar gibi olduğunu, asla ahde vefalı olmadığını, kerameti kendisinden menkul bilecek kadar da cahil olduğunu bilmeme rağmen ben üzerime düşeni yapmam gerektiğini düşündüğümden o yazıyı yazmıştım. Yazının yazıldığı güne kadar her gün Muharrem Göksel’i köşesinden düşürmeyen meslektaş da O’ndan sonra daha yazmaz oldu. Ben Muharrem’den teşekkür falan da beklemiyordum; zaten O da onu yapacak kapasitede değildi. Ama her gün kendisini köşesine taşıyanları ziyaret edecek kadar da küçülebileceğini düşünmemiştim doğrusu.
Geçtiğimiz hafta AK Partiden sekreteryamızı arayıp, dün saat 15.00’de İl başkanının ziyarete gelmek istediğini söyleyip randevu talep etmişler, ben de olur dedim. Randevu dün saat üçteydi. Saat 12 civarında gazeteye gelip ilk önce gazetelere göz gezdirirken bir de ne göreyim, bir önceki gün bizim Muharrem Efendi almış yanına teşkilatını, gitmişler Muharremi her gün köşesinde yazan meslektaşı ziyaret etmişler. Bunu öğrenince, sekretere anında talimat verip randevularını iptal ettim ve kendi kendime dedim ki “Ulan kayınço bu adamı iyi tanımışsın sen haklısın, demek ki adam dedikleri gibi benzer tıynetteki insanların tipik bir örneği imiş” . Lider öyle kolay olunmuyor. Bakın ben kayınçomla tamı tamına on yıldır konuşmuyorum ve genel seçimlerde kayınçom tüm gazeteleri ziyaret ederken bize gelmedi. Doğru mu yaptı derseniz, bana değil de yazı işleri müdürüme gitmesi gerekirdi. Ama adam onu dahi yapmadı. Muharrem Göksel ise tam aksini yaptı. Hangisinden siyasetçi olur siz karar verin. Kalın sağlıcakla