Kiminle konuşabilirim bugün?*

İnsanın düşünmeden yapabileceği pek çok iş bulunmaktadır, ancak hak vereceğiniz üzere bu işlerin arasında bilim, sanat ve felsefe yer alamaz. Bu nedenle de bu üçlüyü göz ardı eden toplumlar, gerçek anlamda düşünmeyi beceremeyeceklerdir elbette.

İnsanı insan, toplumu toplum kılan harcıyla ve gücüyle düşünce, yaşama uygun ya da değil bir biçimde oluşturulan yapısı, duygu düzeni ve kendini var kılan koşullarla yaratıldığında, "gerçekliği bir anlam olarak" değerlendirmemizi sağlar. Bu anlam, hangi toplumda yer edindiyse, o toplumun birikimini ve algılayışını tüm özellikleriyle yapılandırır.

Bu durumdan uzak kalmak da yukarıda belirttiğim beceriksizliğe yol açacaktır. Hazırdaki düşünüşler (bilim,sanat ve felsefe dahil), alınıp getirilip sindirilmeye çalışılacağında da, bünyede uyumsuzluk sorunu baş göstereceğinden bu beceriksizlik daha da artacaktır. 

Buna ilişkin önemli bir kaynak olarak gösterebileceğim bir yapıt, düşüncenin serüveni üzerinden hareketle insanın, insan düşüncesinin felsefi, bilimsel ve sanatsal gelişimini ele alan "Afşar Timuçin"in kaleminden çıkmış "Düşünce Tarihi"dir.

Yapıtta dile getirilenlerle toplumları ve onların değerlerini anlamak kolaylaşırken gerçeklerle ilgili birkaç noktayı anımsattı bana ve yazının sonundaki alıntıyı da bu yüzden kullandım.

Düşüncenin ekseninde doğan gerçekler anlamlandırılırken; her ne kadar kişilerin psikolojik durumlarına bağlı olsalar da (gerçekler), çoğu kez, kişiyi karamsarlığa sürüklemiştir ve sürüklemektedir de. Tarihin her kolunda sergilenen "psikolojik savaşlar" da varoluşlarını bu temele borçludur. Elbette, düşünmeyi beceremeyen toplumlarda işe yaradığı ortada.

Ancak ne tuhaf çelişkidir ki bu karamsarlık, aynı süreçte; gerçekleri yazmaktan ya da okumaktan tedirginlik duyanların da kaynağı olagelmiştir. Karamsarlık yaşandıkça düşüncenin her alanında üretim yolu açılmış elbette düşünmeyi bilen toplumlar için geçerli bu da. 

Sözü geçen karamsarlık, ne surat asma biçimidir ne de insanın içindeki coşkuyu yok edip
köşeye çekilme. Tam tersine, varolan coşkunun ve yaşamın tam içine girmenin ve orada yer almanın adresidir.

Bu karamsarlığı en çok duyan ve bu karamsarlığa en yatkın olan kişilerse genellikle şairler olmuştur. Düşünceyle ne ilgisi var denmesin; çünkü, düşüncenin bilim, sanat ve felsefeden ayrılamayacağını ve hatta bu üçlü bakışla düşünce tarihinin değerlendirilebileceği kanıtlanmış durumda.

Bu kanıttan da yola çıkarak şu ayrıma da değinmekte yarar var: O şairler, şairliği bir kimlik olarak edinmeye çalışanlar değil elbette. Çünkü gerçekler, kimliklerle dile getirilemez, ancak düşünceyle ortaya konabilir. 

O şairlerden birinin ortaya koyduğu düşünceyse, en azından tam dört bin yıldan beridir dünyada değişen bir şeyin olmadığını -gerçek de olsa- bize gösterirken, şairlerin karamsarlığa neden bu kadar düşkün olduklarını kanıtlıyor adeta.

O nedenle de bilim, sanat ve felsefenin istenilen dünyanın var edilebilmesi için hala şairlerin karamsarlıktaki kaynağına muhtaç. Çünkü karamsarlık, düşüncenin gücü olmayı sürdürüyor.

KİMİNLE KONUŞABİLİRİM BUGÜN?
(Yaklaşık 4000 yıllık bir şiir / Anonim)

"Kiminle konuşabilirim bugün?
Arkadaşların içi kötü,
Bugünkü dostlar bilmiyor sevmeyi.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Herkes arkadaşının malını çarpmakta.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Aklı başında adamlar öldü gitti,
Vur kır sardı herkesin yüreğini.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Melek yüzlerinin altında şeytanlıklar,
İyilik her yerden kovuldu artık.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Kimse onur duymaz yüreğimden ,
Kiminle konuşabilirim bugün?
Doğru insanlar yok artık,
Yeryüzü kötülük edenlere bırakıldı.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Artık dost most kalmadı.
İnsan gidip içini bilmediği birine açmalı...
Kiminle konuşabilirim bugün?
Sarıyor dünyayı günah,
Bir türlü sonu gelmiyor!"

*Kaynak: Afşar Timuçin  / Düşünce Tarihi