Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından, 20 Ocak 2018 saat 17.00'den itibâren, Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin bölgesine yapılmaya başlanan "Zeytin Dalı Harekâtı"yla, Türkiye'de uzun zamandan beri şuûr altına yerleşmiş/yerleştirilmiş, bir türlü ortaya çıkmasına/çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve belki de buna fırsat verilmeyen bir "tâbir" ön pilâna geçerek, Türkiye'yi idâre edenler dâhil herkese istikamet tâyin etmiştir.
Türklerin dünya sahnesinde ortaya çıkışından îtibâren bir nihâî ülkü/hedef/mefkûre olarak kabûl gören "KIZILELMA", bugün, Afrin 'deki "Zeytin Dalı Harekâtı" ile, birden bire "müştereklik kazanmış"tır.
Destan şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun:
"Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel İklim-i Rûm'a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücûma...
Yeni bir şevk ile gürledi gökler...
Ya Allah...Bismillâh...Allahüekber!.."
Diye başlayıp:
"Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma'ya hey...Kızılelma'ya!!!
En güzel marşını vurmada mehter:
Ya Alllah...Bismillâh...Allahüekber!..."
Diye nihayetlenen Malazgirt Marşı başlıklı, bu gerçekten de hârika şiirinde ifade ettiği gibi, Mehter Marşı'yla harekete geçen Türk Ordusu, kısa zamanda, târihinden gelen millî şahlanışla, hedefleri tek tek yerle bir etmiştir.
Elbette ki; "Nereden çıktı bu Kızılelma?" diyenler de vardır. Bugün, onlara cevap vermenin zamanı olmadığını biliyorum. Yalnız şunu demek isterim ki, bu soruyu soranlar- istisnâsız-, yakın ve uzak mâzîye bakıp çok iyi bir muhasebe yapmalıdırlar. Türk târihini, Türk p(i)sikolojisini , Türk ahlâkının ve Türk kahramanlığının temellerini iyi tahlil etmelidirler.
"Kızılelma" kelimesinin ilk defa hangi niyet ve maksatla kullanıldığı bilinmemekle berâber, ulaşılması en zor hedefleri ele geçirme, onlarla buluşma, onlara kavuşmayı ifade ettiği, bir kültür değeri olarak kabûl görmektedir.
Dünlerde, Kızılelma, Batı'ya yürüme, Batı'yı elde etme ve bundan maksat olarak da, o mekânlara adâlet taşıma, onların insanca yaşamalarını temin olarak, bir Türk Cihân hâkimiyeti ülküsünü teşkil ediyordu. Daha sonraları, bu hedef güneye de yöneldi..Fakat, karşısındaki azgın, birinci derecede ıslah edilmesi gereken güç Batı'daydı..
Bilâhâre, Türklerin Müslüman olup, Anadolu'ya girişleri ve İstanbul'u hedef seçişleri ve fethedişleri itibâriyle, bu ülkü/bu mekûre/ bu Kızılelma, "Î'lâ-yı Kelimetullah" yani Allah'ın dînini yeryüzünde üstün ve hâkim kılmak emeline bürünmüştür.
Selçuklu'dan, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadar bu ülküyü aralıksız olarak savununlar olmuştur. Bunu savunanların haklılığı, elbette ki, bugün yaşadıklarımızla da gün yüzüne çıkmıştır.
Bu ülkü; şu anda fiili olarak icrâ edilmekte olan Zeytin Dalı Harekâtı'yla, emperyalistlere karşı, Türkiye'nin bekasıyla ilgili olmasına rağmen, sınırlı ve geçici bir harekettir. Esas olan ise, sulh zamanında, her şey sâkin iken, büyük emellerde birleşip, "bilgi toplumu" olmanın ve bu yolla cihânşûmülleşmenin çârelerini aramalı ve aralamalıyız.
Bir defa, şunu tespitle ifade etmeliyim ki, vatandaşların ve sefere çıkan kahramanlarımızın sözlerinde, öylesine bir 'müştereklik' vardır ki, hayret derecesindedir. Böyle bir söz birliği, ancak köklü millî kültürlere sahip milletlerde bulunur.
Hatırlayalım: Ekim 2016'da Diyarbakır'ın Hani ilçesinde şehit edilen Astsubay Adnan Uluışık'ın annesi, cenâze töreninde şunları söylemişti: "Oğlum, hakkını bize helâl et!"
Bundan niçin başladım? Söyleyeyim: Osmanlı-Rus Harbi sırasında, henüz yirmi yaşlarında olan Nene Hatun, üç aylık bebeğini bırakarak cepheye yollanır. Aziziye'de insan, sel olur akar. Nene Hatun'a: "Çocuğun küçük, sen dön!" derler.
Nene Hatun: "Bebem, anasız büyür ammâ vatansız büyüyemez!" diye cevap verir.
Diyeceğim o ki, "Kızılelma" böyle söz ve tavırlardan başlar... Vatan için "bebe"sini bırakan ve şehit oğlundan hakkını helâl etmesini isteyen anadan!..Ana/anne olmak apayrı bir hususiyet, meziyettir ammâ Türk anası olmak, budur ve çok daha başkadır!..
Tankın üzerinde, gülerek, sefer için vazifelerini yapmaya çalışan Mehmetçiklere, bir televizyon muhabiri soruyor:
-" Merhabalar, kolay gelsin, İstikamet neresi?"
Bir Mehmetçik, hiç istifini bozmadan yine tebessümle cevap veriyor :
- "Kızılelma!.."
-Ailene bir mesajın var mı?
- Beklemesinler!..Başka bir şey yok...Bu vatanı bölemezler!..
Bu böyle!..
Şehit Musa Özalkan'ın twitter hesabındaki vasiyeti, apayrı bir numûnedir. Her cümlesi, bir nasihattır. Meselâ; "Biz aşkı, vatan için canını verenlerden öğrendik."
Bu cümleyi okulunun duvarına yazabilecek cesur bir okul müdürü var mıdır? Veya; bu cümleyi; bütün okulların ve hattâ resmî ve hususî müesseselerin uygun mekânlarına yazdırıp astırabilecek bir millî şahlanış şuûru? Bilemem!..
Kızılelma şuûru budur!..
Kendi şehâdetinden sonra, peşinden gelen nesli düşünmesi de apayrı bir takdir numûnesidir Musa Özalkan'ın:..Diyor ki: "Vasiyetimdir: Şehit olursam Kurt-ar Derneği aracılığı ile Telafer'deki Türkmen Bala'lar/çocuklar için anaokulu, kreş veya kültür merkezi, devletin bana vereceği paradan yaptırılması ve ismimin konması. Reis vasiyetimdir, aileme iletirsin. Telefonumdan gelen mesaj kayıtlı dursun şahit olsun!"
Öyle bir rûh hâlimiz var ki; böyle zamanlarda, gözümüz vatandan, bayraktan başka bir şey görmüyor. Oğullarını askere/harbe gönderen analar-babalar, dedeler-nineler de, aynı his içinde bulunuyorlar.
Sanki sözleşmiş gibi: "Son terörist yok edilinceye kadar dönmesinler!" diyorlar ve duâları da bu cihette oluyor.
Afrin'de üç yiğidimizi, kahraman evlâdımızı şehit verdik: Musa Özalkan, Oğuz Kaan Usta ve Mehmet Muratdağı.
Şüphesiz ki, Allahü teâlâ nezdinde, onlar, makamların en yücesindedirler. Rabb'im, hepsine rahmet eylesin!..
Bir başka Mehmetçik çıkıp, tankının üzerinde neşeli bir hâlde: "Düğüne gidiyoruz!" diyor. Tıpkı, Hazret-i Mevlâna'nın Şeb-i Arus'u arzulaması gibi...Düğün ki, ne düğün!..
Yörük anneleri çadırlarından çıkıp, kurban kesiyor, Mehmetçiklerin alnına kurban kanı sürüyorlar ve: "Kurban olduğum Allah'ım...Ayaklarınıza taş değdirmesin!" diye duâ ediyorlar.
Bir milletin, kadınıyla-erkeğiyle Kızılelma'ya yolculuğu budur, böyle olur!..
Tarih şâhittir ki, Türk milleti hiçbir zaman, tahakkümcü, baskıcı, sömürücü olmamıştır. Hâkimi bulunduğu mekânlarda, cinâyetleri önleyici, kötülüklere set çekici, adâleti sağlayıcı olmak yegâne hedefi olmuştur.
Büyük sosyoloğumuz S.A hmet Arvasî, " İslâm Dayanışması Ve Türklük" başlıklı ibret verici makalesinde şöyle diyor:
"Birleşmenin ve bütünleşmenin "kuvvet", bölünmenin ve dağılmanın "zaaf" demek olduğunu bilmeyen var mı?
(...) Şanlı Peygamberimiz'in ve Cıharyâr-ı Güzîn devrini düşünün, Emevî ve Abbasî devirlerini düşünün, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini düşünün...Evet, birlik ve beraberlik içinde olduğumuz devirlerde hep gelişmişiz. Fakat ayrılıkçı ve bölücü düşüncelerin ve akımların cemiyetimizi parçalamaya başladığı dönemlerde ise gerileyip yenik düşmüşüz.
(...) Emperyalist güçler, İslâm Dünyâsı'nın, yeni bir uyanışla, birlik ve bütünlüğünü sağlayarak, her sahada dayanışma içinde bulunmasını asla istemez. Böyle bir şey, kendi "çıkarları" için tehlikeli olur. Onun için, her rengi ile emperyalizm, çok yönlü bir İslâm Dayanışması fikrini savunan "kişi" ve "kadrolara" karşı müsamahasızdır; bu gibilerini, etkisiz kılmak için elinden geleni yapmaktadır. Hele, bir de bu fikrin ve idealin öncülüğünü "Türkler" yapıyorsa...
Her rengi ile emperyalizm, son iki asırdan beri, Türk Âlemi ile İslâm Dünyâsı'nın arasını açmak için ne mümkünse yapmıştır ve yapmaktadır...
(...) İslâm Dünyası'nı sevk ve idare ettiğini sanan "lider kadrolar" farkında olmasalar bile, emperyalist güçler, Türk'ün dinamizmini, teşkilâtçılığını, bağımsızlık şuûrunu ve hürriyetçi karakterini çok iyi tanıyorlar. İslâm dayanışmasının, ancak Türkler'in öncülüğü ile sağlanabileceğini de çok iyi biliyorlar" (Türkiye Gazetesi, 6 Ekim 1986)
Bugün, İslâm ülkesi denilen elli yedi ülkeden, Türkiye'nin bu harekatına destek veren bir tane var mıdır, duydunuz mu?
Görülmektedir ki; Türk milleti, bugüne kadar sürdürdüğü târihî misyonunu, yine, -tek başına- sürdürmek mecbûriyetindedir.
Î'lâ-yı Kelimetullah emeliyle, bu büyük hizmeti omuzunda bulundurma aşkıyla dopdoludur.
Türk Milleti'nin idârecileri, açılım-saçılım safsatalarıyla değil; Türk-İslâm rûhunun hakîkî maksadını ve niyetini müdrik olarak ve dikkate alarak, yüksek ahlâk ve üstün bilgi donanımıyla büyük hedefe yürümelidir.
Bilinmelidir ki, emperyalistin şucusu- bucusu yoktur. Emperyalistler ve onların uşakları, asırlardır Türk adını silme ve Türk yurtlarını talan edip parçalama peşindedirler. Hiçbir emperyalist, bir diğerinden farklı değildir.
"Ne Amerika, Ne Rusya, ne Çin...her şey Türklük için!" sözünün, kuru bir s(ı)logan olmadığı, hakîkatin tâ kendisi olduğu, artık idrâk edilmelidir.
Ve yine bilinmelidir ki, Türk'ün Kızılelma'sı hiçbir zaman bitmeyecek bir ülküdür. Bu ülkü, Türk milleti olarak, azîz şehitlerimize vereceğimiz en mühim söz olmalıdır.