Bir şehir düşünün, nüfusuyla, yüzölçümüyle, sanayi ve tarım alanıyla, bankadaki parasıyla iş adamı sayısıyla milletvekili sayısıyla vs. vs. Yani birçok alanda büyük bir şehir.
Herkes ama herkes siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, kamu kurumları, spor kuruluşları belediyeler ve halk bu şehrin kalkınması için söylemde bulunuyor.
Herkes ama herkes laf üretiyor.
Şehirde yatırım yok denecek kadar az. İşsiz sayısı almış başını gitmiş. İktidar partisinin vekilleri köşe yazmaca, köşe kapmacayla meşgul. Muhalefet ise dövüş sanatları üzerinde kafa yoruyor. Düşmüşler koltuk kavgasına.
Bir Allah"ın kulu kalkıp ta demiyor ki: Hey bizi idare edenler siz kendi aranızda kavga edeceğinize şu şehrin önünü açın ya da bu şehre faydası olan insanlara köstek olmayın.
Tüm bu hengame de birisi çaktırmadan bu şehre hizmet etmeye çalışıyor. Diğerleri ise bir araya gelmiş halkın baskılarından bunalınca bu başkana ricada bulunuyorlar: Aman başkan şu işe de bir el at, olmadı bu işe de bir el at diye. Başkan da büküyor boynunu el atıyor her işe, şehrin önünü açmak engelleri kaldırmak için.
Gün geliyor başkanla bu zevatın arası açılıyor. Başlıyorlar başkana koro halinde vurmaya:
Bu kadar küçük teleferik olur mu? Karadeniz"in tek hayvanat bahçesi burada olur mu? Limanın içinde dün ne yediğimizi görüyorduk burayı niye temizlediniz? şehrin denizle arasındaki engelleri niye yıktın, lodosta şehir üşümez mi? Otogarı, sebze halini, borsayı, niye şehir dışına taşıdın merkezde iyiydi gül gibi geçinip gidiyorduk! Bizi niye dinleyip spor kulübüne yardım ettin sana mı kaldı? Sürdürüyorlar bu türden gayet mantıklı sorularla başkanı sıkıştırmaya.
Başkanın yine boynu bükük aldırmıyor bu söylemlere, halkına güveniyor. Atıyor içine sıkıntılarını devam ediyor hizmete.
Ama bundan sonra bu şehirde işi zor.
Çünkü bu şehirde artık köpekleri salıp taşları bağlamışlar.