Ekonomi konusunda yazmak için uzman olmak gerekebilir, fakat ekonomik faaliyetlerin sonucunu yaşamak için uzman olmaya hiç gerek yok. Hatta okuma yazma bilmeseniz bile bu faaliyetlerin sonuçlarını gayet net bir şekilde yaşayabiliyorsunuz. Bu durumda bir çift kelam etmekte çok büyük bir sakınca olmasa gerektir diye düşünüyorum.
Ekonomik analizler yapmaktan çok kulağımda takılı kalan bazı sözcükler üzerinden bir akıl yürütmesi yapmaya çalışıyorum.Daha önce de sanatsal faaliyetlerin aldatıcılığı ve sanallığından çıkıp, gerçek hayat denilen ekonomi hakkında yazayım demiştim, ama Shakespeare"in bir eserine varmıştım.
Bugün niyetim ekonomi uzmanlığı ile alakası olmayan benim gibi sıradan bir insanın günlerdir yaşanan küresel durumu nasıl algılayabileceğini göstermeye çalışmak. Ne yapmaya çalıştığını bu kadar çok açıklayan birinin kendini ifade edemeyeceği düşüncesi şimdiden kafanızda canlandıysa haksız sayılmazsınız sanırım. Ondan bile emin değilim.
Hazır emin olmaktan bahsetmişken konuya buradan dalayım. Bugünlerde önünü görmekten çokça bahsediliyor. Dünyada dolaşan sermayenin önünü göremediği bu yüzden tedirgin olduğu söyleniyor. Yani sermaye yarınından emin olmadığı yere gitmek istemiyor. Böyle söylenince haliyle kafamda biraz korkmuş, kenarda dudaklarını büzüp, mahzun mahzun bakan bir çocuk canlanıyor. Emin olamadığı için, karanlıkta evin diğer odalarına gidemeyen bu mahzun çocuk ısrarla hem korkuyor hem de karanlığa dalmak istiyor.Tabi karanlığa dalacak her çocuk gibi elimize sıkı sıkı yapışıyor. İyi de çocuğum biz karanlığa girmek istemiyoruz biz de senden aşağı değiliz, biz de korkuyoruz diye anlatmanın faydası yok. Duvarı olmayan bir odadan aşağıya mı atlayacaksın yoksa evin salonunda huzurlu huzurlu oturmaya mı götürüyorsun bizi diyerek suratına bakıyorum. Ses yok. Öyle bakıyor mahzun mahzun, ele yapışmış. Hayırlısı diyorum düşmemeyi dile yerek.
Yarınından emin olamayan insanların da tıpkı sermaye gibi tedirgin olduklarını zannediyorum. Tedirginlik ve korkunun yaygınlığını görünce daha da çok korkuyorum. Çünkü ödü patlamış, korkan bir insanın herkeslerden daha tehlikeli olabileceğini düşünüyorum. Daha önce göç konusunun bir yerlerine değinmiştim. Şimdi düşünüyorum da bu emin olamama durumu ve emin olma isteğinin kulakları sağır eden dayanılmaz çağrısı da neden oluyor bir yerlerden kalkıp göç eylemeye. Umarım diyorum kendi kendime; ne sermaye ne de insanlar emin olmak adına beyinlerini, duygularını, hayallerini bir kutuya güzelce kapatıp birinin ellerine teslim ederler. Çünkü o biri de korkmuştur muhtemelen ve korkan insanın ne yapacağı kestirilemez.
Ekonomik faaliyetler deyince eskiden bir işyeri açmak, orada bir şeyler üretmek veya üretilen malları alıp bir başka yerde satmayı anlıyordum. Şimdilerde ise anlamının oldukça değişmiş olduğunu okuyorum. Değişmiş, çünkü ekonomik faaliyetlerin yüzde yetmişi belki de daha fazlası artık böyle yapılmıyormuş. Dünyada dolaşan korkmuş çocuk, büyük bir kütleye sahip olmasına rağmen aslında bu kütle yokmuş. Bir varmış bir yokmuş gibi oldu ama iyilerin daima kazandığı bir masalı okuyup okumadığımdan emin olamıyorum.
Mahzun çocuk aslında yokmuş. Bilgisayar teknolojisi sayesinde ne kağıt paraya ne de bozuk madeni paraya dönüşebiliyormuş. Makinelerin içinde hapsolmuş korkmuş bir çocuktan bahsettiğimi daha iyi anlıyorum şimdi. Birkaç saat içinde Tokyo"dan New York"a yolculuk eden bu büyük kütleli çocuk, neşeli günlerinde bir oraya bir buraya savururken kendini keyfine diyecek yokmuş. Hem binlerce kilometreyi kısa sürelerde giden hem de şişmanlayan, elinden çikolatasını düşürmeyen gülmekten karnına ağrılar giren bu obezcik çocuğun diyet yapması gerektiğini söyleyenler oluyormuş, ama midesi genişledikçe daha çabuk acıkan her çocuk gibi; yemezsem ağlarım, ağlarsam kusarım, kusarsam batar her yanınız diyormuş.
Çocuk o kadar çok çikolata taşı yormuş ki yanında bütün diğer çocuklar bu makina çocuğun evlerini ziyaret etmesini isti yormuş. Belki elindekilerden düşürür de biz de tadarız bu güzelliklerden diyorlarmış ama çocuk, eğer düşürdüklerini diğerlerinin yediği görürse hemen küsüp kaçıveriyormuş bulunduğu evden. Bu yüzden en iyisi çocuktan rica etmekmiş. Fakat çocuk, azıcık şımarık olduğundan mıdır nedir, bir türlü paylaşmak istemiyormuş çikolatalarını. Anne babasının çok hatası olmuş tabi çocuğu yetiştirirken paylaşmayı öğretmemişler pek.
Hazır masala başlamışken tamamlayayım bari.
Bir gün çocuk öyle şişmiş öyle şişmiş ki; çocuğu evlerine çağıranlar, geldiğine hem seviniyor hem de korkuyorlarmış. Çocuk otururken bir iki koltuğu kırmanın yanında, bünyesinin artık dayanamamasından kaynaklı zaman zaman nöbet geçirip etrafı batırıyormuş. Kustukça midesi boşalan çocuk, elindeki çikolatalar yetmediğinden, gittiği evlerdeki çocukların ne kadar yiyeceği kalmışsa onları da atıveriyormuş mideye. Çocuk bu, ne diyeceksin diyerek anne babalar da pek ses etmiyormuş bu çocuğa.
Böyle nöbetlerle geçen günlerin sonunda bir gün, gittiği evlerden birinde yığılıp kalmış çocuk, apar topar ailesinin evine götümüşler çocuğu, ama çocuğun anne, babası ille de siz hasta ettiniz çocuğumuzu diye veryansın etmişler diğer anne babalara ve hemen aile hekimlerini çağırıvermişler. Hekim, bu çocuk olması gereken kilonun yüz katı olmuş yapacak bir şey yok demiş ve kovulmuş tabi hemen evden.
Aile de bir ekonomist çağırmış ve ne yapalım demiş. Analizler, hesaplar günlerce sürmüş sonunda çocuğun biraz zayıflaması gerektiğine karar verilmiş, ve demiş aile ekonomisti kesinlikle bir süre çikolata yedirmeyin. Aile aramış taramış evde çikolatadan başka bir şey yokmuş. Sonunda çocuğu da alıp diğer çocukların evlerini dolaşmaya ve onlardan peynir ekmek alıp diyet yaptırmaya başlamışlar. Tabii diğer çocukların yemekleri de azalmış biraz ama iri çocuğun nöbetleri çe kilir gibi olmadığından herkes razı olmuş bu duruma. En kötüsü de elinde bir dilimi ancak olan çocuklara olmuş, çünkü onlar biraz daha yemezlerse saydam adam olacaklarmış. Herkes üzülmüş onlar için ve bir iki lokma da onlar için ayırmaya başlamış, ama artık ne kadar yeterse işte.
Evet biraz masalsı günlerden geçiyormuşuz gibi geliyor bana. Finans sermayesi, piyasanın hemen hemen tamamını kaplıyor diyorlar, büyük şirketlerin iflas etme nedenleri olmayan bir parayı sigortalamakmış. Türev piyasalarında henüz olup olmayacağı bile belli olmayan yirmi sene sonraki mısırın alım satımı yapılıyor ve olmaması ihtimalinde doğabilecek riskler "mortgage" sayesinde biriken sermayenin dünyayı dolaşıp şişmesinden sağlanan fon ile sigortalanıyormuş. Sonu güzel olsun diyelim ne diyelim.
Bir haber daha duydum geçen gün. Güneş sistemine benzeyen bir yerlerde dünyaya benzeyen bir gezegen diğeriyle çarpışmış ve uzak teleskopları sayesinde bunu seyredenler acaba aynı şey bize de olur mu diye araştırma yapmaya başlamışlar. Karamsarlığa kapılmanın alemi yok. Olmayan şeyler kesin olacakmış diye psikolojimizi bozmaya da gerek yok, ama anlamsız iyimserliğin de anlamsız kötümserlik kadar anlamsız olduğunu bilmek gerekir sanırım.
Umarım gezegenimiz krizlerinden birinde değil de kutuplarında buzları hala buz, gökyüzünde güneşi güneşken yaşar kaderindeki kötülükleri de. Çünkü en azından birbirinden korkan değil birbirinin elinden tutan insanların birbirine yardımları daha makbule geçer diye düşünüyorum. Elinden tutmak derken "facebook"a arkadaş olarak eklemek değil tabi kastedilen.
Başlıkta geçen krizden ne kastedildiği anlaşılıyor da mucize nedir ki diye düşünenler varsa hala, güzel gezegenimizle beraber yaşıyor olmamız ve hala birbirimize düşünmeden elimizi uzatabiliyor olmamız yeterince büyük mucizeler bence.