Bir ülkenin bağımsız olabilmesi için ekonomik ve siyasi açıdan kendi ayakları üzerinde duruyor olması gerekir. Ekonomik olarak eğer bağımlıysanız siyaset olarakta bağımlısınız demektir ki, ülkenin bağımsız olduğundan söz etmeniz sadece hayalden öteye gitmeyen bir anlayışı temsil edecektir. Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü hızlandıran nedenlerden bir taneside dışarıya olan ekonomik bağımlılıktı. Yapılan anlaşmalarda sürekli iç işlerinize karışan bir Avrupa'yı karşımızda gördük. Kırım savaşı sonrasında imparatorluk başlattığı ıslahat hareketleriyle, Avrupa'nın kontrolüne girmeye başlanmış, savaş nedeniyle almış olduğu borçları ödeyememesi nedeniyle de Duyunu umumiye idaresinin kurulmasıyla yarı sömürge haline gelmiştir.
Kırım savaşına kadar bozulan ekonominin dengede tutulabilmesi için iç borçlanmaya gidilmiş, bunun için Galata'daki Ermeni ,Rum ve Yahudi bankerlerden borç alınmış, savaş sırasında ise Avrupa borsasından destek sağlanmış olup bu esnada dünyaya hakim güç sermayedar Rothschild ailesine ait bankalara borçlanılarak tamamen sistemin çarklarına girmiş olduk. Bu adı geçen aile İngiliz'leri,Fransız'larla savaşmaya ikna edip ,Fransız'ları destekleyerek, İngiliz'leri kendine bağlamış, Amerika'daki iç savaşta aynı yöntemle doları basma yetkisini ele alacak kadar gücü kendinde bulmuştur. Bu yahudi ailesi, Filistin'den para ile toprak istediğinde buna karşı çıkan Abdulhamid'in İttihatcılar tarafından indirilişini sağlamıştır.
Daha sonra Kazım Bekir'in anılarında, İttihatcıların dış işleri bakanı Ermeni Gabriel Noradungiyan, savaş zamanı İstanbul'daki gıda stoklarının başında Emanuel Carasso adında bir yahudi, ve Sirkeci'deki postahanede telgraf haberleşmesinin tamamen Ermeni vatandaşların kontrolünde olduğunu öğreniyoruz. Adı geçen Emanuel Carasso ilerleyen dönemde Lozan'da tercüman olarak karşımıza çıkması nasıl bir tesadüfün eseri olabilirki.
Kırım savaşı ile borçlandırılan,iç siyasette mason localarının kontrolüne giren bir Osmanlı'nın çöküşünü hiç bir şey engelleyemediği gibi bu unsurlar ülkenin kılcal damarlarına kadar sirayet etmiştirler. Daha sonra Marshall yardımlarında ve İmf'ye teslim oluşumuzla üzerimizdeki operasyon tamamlanmış, iç ve dış siyasette bağımlı hale, ülke olarak getirilmişiz.
Sistem bize bunu sunarken diğer taraftan, her ne zaman ülke kıpırdanmaya çalışsa mutlak süretle karşımızda korkulacak bir düşman çıkartılmış ve bunun için ülke içinde cepheleşmeyi sağlayacak basınla halk şekillendirilmiş,her zaman ülkenin başının üzerinde tokmak gibi duran sorunlar bazen komşu devletler olmuş,bazen terör,bazen ise din olmuştur. Halk bunlar etrafında birbiriyle kutuplaştırılırken, arka tarafta onlar istedikleri gibi ülkeyi yönetmiştirler.
Kullanılan öğelere bakıldığında ise insanların olup biteni tahayyul edemediğine şahit oluyoruz. Ülke içerisinde bir sistem değişikliğine gidiliyor, yeni oluşumda belirli unsurlar kilit noktalara getiriliyor, daha sonra dershaneler sornuyla başlayan hesaplaşmanın küçük bir hareketle ülkenin tüm taşlarını yerinden oynatacak olaylara neden oluyor. Olaylar tırmanıyor, ekonomi alanındaki kazanımlarda oynamalar başlıyor, sonuçta değer olarak gördüğün unsurların, hangi akla hizmette ülkenin önüne set çektiğini anlayamıyorsun.
Sonra bir kargaşa başlıyorki neye kime nasıl inanacağını bilemiyorsun ,çıkarlar ön plana geçiyor ve ülkede yaşayan insanların gelecekleri hayalleri,onurları hepsi bir kaç grubun şahsi emellerinin peşinde nasıl sönüp gittiğine tanıklık ediyorsun. Sorsan herkes vatansever, herkes vatan için emek harcamakta, olayın aslı ise ülkenin kılcal damarlarına kadar yerleşen bu unsurların süreci kendi lehlerinde sürdürürken, vatan diyen unsurlar bunlar tarafından kullanıldıklarını görememektedirler. Olaylar açığa çıktığında ise herkes sistem tarafından karşısındakinin kukllanıldığını savunurken, kullananlar ikinci planda yine olayların gelişimine göre senaryo yazmaktadırlar.