MÜMİNLERLE MÜNAFIKLARIN VE KAFİRLERİN ALAMETLERİ
Geçen haftaki sohbetimizle ilgili değerli hocam Salih Parlak bir yorum yazmış, yorumunu okumadan önce kendisi ile telefon görüşmesi yapmıştım, görüşmede yazıya yorum yazdığını söylediğinde neler yazacağını tahmin etmiştim, tahminimde de yanılmamışım değerli hocam sohbetle ilgili bir aydın olarak fazla bir şey anlamadığını, sırlar dünyası, kırık kalpler gibi hikayelerden ziyade hocanın tefsirinden bahsetmem gerektiğini belirtmiş. Hocamın eleştirilerine katılmamak mümkün değil, zira Salih Hocamız hayatının çocukluk hariç, tamamına yakınını İslami ilimleri tahsil etmek ve öğretmekle geçiren değerli bir ilim adamı olduğundan onun istifade edeceği sohbetleri yazmak fevkalade zor olduğunu kabul etmek zorundayız, ayrıca hocanın yazdığı Kuran mealini okuyup anlamak için hayli uğraş vermek gerekmektedir.Sizin anlayacağınız Hocanın mealini anlamak için yeni bir meal veya tefsir yazmak gerektiğini düşündüğümden, hocamın kusuruma bakmamasını istirham ediyorum, zira biz sohbetimizde ulemadan ziyade avama yönelik izahatlarda bulunmaya çalıştığımızdan hocamız bizleri mazur göreceğini düşünmekteyiz.
Bugünkü sohbetimizde Bakara Suresinin altıncı ayetinden itibaren Kafirlerin, Münafıkların ve Müminlerin durumunu açıklamaya çalışacağız.Öncelikle Kafir kelimesinin ne anlama geldiğini açıklamakta yarar var; Lügat anlamı örtmek, kapatmak, inkar etmek olup, ıstılahta Alah"ın varlığına, birliğine inanmayıp, inkar etmek anlamına gelmektedir. Adem A.S. ın Dünyaya gelişinden itibaren insanların ve cinlerin sınıflandırılmasına neden olan şey Allah"a inanma veya inanmama sebebiyle olmuştur.Bakara süresinin altıncı ayetinde Kafirleri azapla korkutsan da korkutmasan da onlar iman etmezler. Buyurarak Kafirlerin durumunu bizlere anlatmaktadır.Ayeti Celilenin devamında ise onların kalplerinin mühürlendiğini, kulaklarının mühürlü, gözlerinde de hakkı görmemek için perde olduğunu onlar için hem dünyada hem ahrette elim bir azabın olduğu anlatılmaktadır.
Münafıklara gelince yine Bakara suresinin sekizinci Ayeti Kerimesinde inanmadıkları halde Allah"a ve Ahret gününe inandık diyenlerin münafıklar olduğunu izah etmektedir, ayeti celilenin devamında ise münafıkların kendi akıllarınca Allah"ı ve Müminleri aldattıklarını sandıklarını, halbuki asıl aldananların kendileri olduğunu beyan etmektedir. Bu tür insanların kalplerinde hastalık olduğunu, Allah"ın da hastalıklarını çoğalttığını ve söyledikleri yalanlar sebebiyle elim bir azaba çarptırılacaklarını bizlere beyan ediyor.Buradan da anlaşılacağı gibi insanlığın her döneminde var olan ve kıyamet sabahına kadar da devam edecek olan münafıkların karakter yapıları aynı olduğu yüce kitabımızın izahatından da anlaşılmaktadır.Bu tür insanların en önemli özelliklerinden birisi de ektikleri nifak tohumu ile ilgili neden böyle yaptıkları sorulduğunda, biz ancak ıslah edicileriz diyerek, insanları kandırmak isterler. Yüce Rabbimiz bu münafıklarla ilgili Bakara süresinin on ikinci ayeti celilesinde biz kullarına açıkça şöyle beyan buyurmaktadır; Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin kendileri anlamazlar.Peki bu tür insanlara Rabbimiz neden fırsat vermektedir diye sual edecek olur iseniz ona da Kuran"ın cevabı ile cevap vermek gerekirse Allah onlarla istihza edip, azgınlıklarında onlara fırsat verir. Münafıklar hidayete karşılık dalaleti satın alan insanlar olduğunu da yine kitabımız beyan buyurmaktadır. Müminleri bir önceki sohbetimizde tarif etmiştik. Bugün Kafirlerle Münafıkları tanıma fırsatı bulduk.
Cehennemin yedi kat olduğu ve en alt katında münafıkların bulunacağı çeşitli rivayetlerde anlatılmaktadır.İlk bakıldığında kafirlerin müminlere düşman olması hasebiyle daha tehlikeli imiş gibi gözüktüğünü düşünebiliriz, ancak uygulamada ve Kuranı Kerimdeki izahatlardan da anlaşılacağı üzere münafıklar sadece miminler için değil, insanlık alemi için tehlike oluşturdukları bir gerçektir.Tüm Peygamberlerin ve insanlığın en çok sıkıntı çektiği topluluk münafıklar olmuştur, zira onların gerçek yüzünü tanımak çok zordur, Rasulüllah dahi ayeti celile inmeseydi onları tanımakta zorluk çekmekteydi.Bugün de insanlık aleminin en büyük düşmanları münafıklardır, konuştuklarında mümin gibi gözüküp, icraatlarında kafirlerin yaptıklarını yapanlar hem müminlere, hem de kafirlere zarar vermektedirler. Bu tür insanların şerrinden emin olmak temennisiyle hoşçakalınız.
HADİSLER IŞIĞINDA YAŞAM
GÜNAH İŞLERKEN DAHİ YALAN KONUŞMAMANIN MUTLU SONU
Bütün kutsal Dinlerde olduğu gibi bizim Dinimizin de üzerinde en çok durduğu konuların başında Yalan konuşmamak ve Dürüstlük gelmektedir. Allah Resülü bir Hadisi Şeriflerinde Mümin her türlü hatayı yapabilir ancak asla yalan konuşmaz buyurmaktadır.İnsanlık aleminin var olduğu günden beri dürüstlüğün temeli yalandan uzak durma üzerine kurulmuştur. Peygamber efendimize Risalet gelmeden önceki toplumdaki adı Muhammeddül Emin(Güvenilir Muhammed) olması da bunun göstergesidir.
Bugün Kab bin Malik isimli sahabenin yaşadığı ibret alınacak olayı birlikte müzakere edeceğiz.Tebuk savaşında Peygamber efendimizden ayrılınca yaşadıklarını şöyle anlatıyor;Bu Savaştan önceki savaşlarda ekonomik durumum çok kötü idi, bu Savaşta ise iki tane binek hayvanım vardı.Resulullah efendimiz hiçbir savaşa gideceği zaman nereye gideceğini açıklamamıştı, bu savaşa giderken ise gidilecek olan yeri açıklamıştı.Nedenine gelince hem yol uzun, hem mevsim sıcak, hem de karşılaşılacak ordu büyük bir ordu idi, işte bu nedenle sahabenin hazırlıklarını iyi yapması için gidilecek yeri açıklamıştı.Bu savaş meyvelerin bol, güneşin fazla olduğu bir mevsimde yapıldığından, ben keyfime düşkün ve meyveyi de çok sevdiğimden gitmek istemiyordum.Nasıl olsa Savaşa gidecek olanların isimleri de yazılmadığını düşündüğümden gitmedim.Peygamber A.S. Tebük"e varıncaya kadar beni sormadı, oraya varıldığında beni sormuş, sahabei kiramdan bir kısmı kibirimden gitmediğimi söylemiş, bir kısmı karşı çıkıp, benim iyiliğimden bahsetmiş, nihayet savaş bitip, dönüldüğünde ben, derin bir korku ve üzüntü sardı. Bir ara bir yalan uydurup, mazeret beyan edip, Resulullah"dan affımı istemeyi düşündüysem de daha sonra Resulullah"ı gördüğümde elim, ayağım çözülüp, doğruyu söylemek zorunda kaldım.Resuli Ekrem seferden döndüğünde önce mescide gelir, orada iki rekat namaz kılar,daha sonra halkın işi ile ilgilenirdi.Bu mutat işleri yaptıktan sonra savaştan geriye kalan seksen küsür kişi huzuruna varıp, yemin edip, mazeret beyan ettiler, Resulullah onların tevbelerini kabul edip, onlardan yeniden biat alıp, durumlarını Allah"a havale etti Sıra bana geldiğinde dargın kimse gibi gülümseyip, gel dedi bunun üzerine yanına giderek önüne diz çöküp, oturdum. Dedi ki; Neden savaşa katılmadın, sen binek satın almamışmıydın? Bunun üzerine dedim ki; ya Reslellah yemin ederim ki sizden başka kimin yanında olsaydım, özür dileyerek gazabından kurtulacağımı sanıyorum, zira ağızım da laf yapar, ancak size yalan söylersem Allah sizi bana gücendirebilir. Doğrusunu söylersem ise siz bana güceneceksiniz, ama ben yinede doğruyu söyleyip, Allah"dan hayırlı sonuç bekleyeceğim.Yemin ederim ki savaştan geriye kalmam için hiçbir neden yoktu, hem bu seferki kadar zengin hiç olmamıştım. Dedim Bunun üzerine Peygamber efendimiz; İşte bu doğru söyledi, haydi kalk Allah"dan hüküm gelinceye kadar bekle dedi. Benim durumumda olan iki sahabi daha vardı, onlara da aynı hükmü verdi, ancak onlar benden yaşlı olduklarından evlerine kapanıp, sürekli ağladılar. Ben ise genç olduğumdan çarşıya çıkıp, gezerdim ancak benimle hiçbir sahabe konuşmazdı. Bu durumdan çok üzülmeye başladım ve amca zadem Ebu Katade"ye gidip ona selam verdim, ancak selamımı almadı, çok üzüldüm ve kendisine dedim ki; Ya Eba Katade Allah için sana soruyorum. Allah"ı ve resülünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun? Bana cevap vermedi bunu üç kez ısrarla tekrar edince Allah ve Resülü daha iyi bilir deyip sustu. Bunun üzerine başladım ağlamaya ve oradan ayrıldım. Bu durum kırk gün boyunca devam edince Resulullah bizlere haber gönderip, eşlerimizden ayrılmaksızın ayrı yaşamamızı emretti, bunun üzerine eşim Anne Babasının yanına gitti. Aynı durumla emrettiği Hilal b. Ümeyye"nin ailesi Resulullah"a giderek eşinin çok yaşlı olduğunu ona hizmet etmek için yanında kalmak istediğini söyleyince Resulullah kendisine yaklaşmamak kaydı ile izin verdi. Benim de aynı izni talep etmemi isteyenlere olmaz ben gencim kendi ihtiyacımı görürüm diyerek reddettim. Sahabenin bizimle konuşmasının yasaklandığı günden itibaren elli gün geçince o kadar daraldım ki yeryüzü bana dar gelmeye başladıi tam bu sırada sel dağının üzerinde oturmakta iken uzaktan bir ses; Ey malikin oğlu Kab müjdeler olsun affedildin diyerek bağırarak yanıma geldi.Üzerimdek,i elbiseyi çıkarıp, ona verdim ve kendim emanet elbise aldım. Yüce Allah bizleri affettiğini Tevbe süresi 117-119.ayetlerinde inzal buyurdu. Tebuk harbine katılmayıp yalan yere yemin edenler ise zahiren Resulullah tarafından affedilmiş gözükseler de Allah Resülü onların durumunu Allah"a havale etti, yalan konuşmayıp, doğruyu söyleyenler elli gün çile çekti ancak neticede Allah"ın affına mazhar oldular.İnsan hangi şartlar altında olursa olsun yalan konuşmayıp, doğruyu söylerse Yüce Allah onu mükafatlandırır. Yüce Rabbimizden yalandan uzak kalmayı temenni ederek Cumanız mübarek olsun
ÖFKE, AKLI ÖRTER
"Muhammed Ezherî" ki, Allah dostu bir velî.
Sohbeti, dinliyene olurdu fâideli.
Bir gün, sevdikleriyle sohbet ederken bu zât,
Kibirden bahsederek, şöyle etti nasîhat:
(Bilin ki, öfke gadap, "Kibir"den hâsıl olur.
Öfkelenen insanda, örtülür akıl, şuur.
İnsan kızdığı zaman, şeytân da fırsat bilip,
Gidip onun boynuna, geçirir derhâl bir ip.
İstediği tarafa sürükler o kimseyi.
Çünkü o, ayıramaz iyi kötü bir şeyi.
O, şeytânın elinde, olmuştur bir oyuncak.
İnsan, "Kızmamak" ile kurtulur bundan ancak.
"Pehlivân" denirse de, yenenlere hasmını,
Lâkin asıl pehlivân, yenendir gazabını.
Biri, Resûlullah'tan nasîhat isteyince,
(Kızma ve sinirlenme!) buyurdular hemence.
O zât, bunu Resûl'den, üç defâ etti talep.
Yine aynı cevâbı buyurdular ona hep.
Îsâ Peygamber dahî, havârîleri ile,
Giderken, karşılaştı yolda Kötü biriyle.
Resûl'e hakâretler eyledi o bî-edeb.
O ise, iyilikle cevap verdi ona hep.
Dediler: (O hakâret etti mütemâdiyen.
Siz, yumuşak cevaplar verdiniz, acep neden?)
Îsâ Nebî, o zaman buyurdu: (Ey insanlar!
Bir kapta ne var ise, dışarıya o sızar.)
Bir gün de buyurdu ki Îsâ aleyhisselâm:
(Gadap ve öfkelenmek, Ateşe misâldir tam.
Nasıl söndürürlerse ateşi, Su atarak,
Söndürün hırsınızı, siz de abdest alarak.)
Sahâbeden biri de, Allah'ın Resûlünden,
Nasîhat isteyince, buyurdu: (Kızma hemen!)
Şu "Üç haslet" var ise, bir müslümânda şâyet,
Hak teâlâ o kula, acır, eder merhamet.
Biri "Nîmete şükür", diğeri "Affetmek" tir.
Üçüncüsü, kızınca, "Öfkesini yenmek"tir.
Bir kimse kızdığında, davranırsa yumuşak,
Kalbini, "Îmân" ile doldurur cenâb-ı Hak.
Biri kızdığı zaman, gizlerse gadabını,
Allah da, gizler onun kusûr, kabâhatını.)
Bir gün hazreti Ömer, Resûl'ün huzûruna,
Varıp, arz eyledi ki: (Bir amel söyle bana.
Hem bana kolay olsun o ameli işlemek,
Hem de iki cihânda, fâideli olsun pek.)
Buyurdu ki: (Yâ Ömer, suçluları bağışla.
Kimsenin ayıbını, kimseye deme aslâ.
Koru müslümânların şeref, îtibârını.
Örtücü ol herkesin kusûrunu, aybını.
Eğer böyle yaparsan, kıyâmette muhakkak,
Senin kusûrunu da, affeder cenâb-ı Hak.)