Değerli dostlarım,
Önceki yazımızda Kur"an okumak anlamında tilâvet kavramı üzerinde durmuştuk. Bu yazıda ise kıraat ve tertîl kelimeleri üzerinde duracağız.
Vahyin ilk âyetinde, ıkra" oku emrinin yer alması oldukça dikkat çekicidir. Bir anlamı da duyurmak, tebliğ etmek olan bu ilk emrin oku diye belirlenmiş olması, bu dinin ilk şartının ve dolayısıyla ilk emrinin okumak olduğunu açıkça göstermektedir.
İslâm"ın ilk emir oku olduğuna göre, belki de mahşerdeki ilk soru da okudun mu? olacaktır. Bu nedenle söz konusu emri ciddiyetle takip etmek ve gereğini yapmak zorunludur.
Kur"ân vahyi, aslında eğitici bir okulun ders programıdır ve programının ilk konusu okumak olarak belirlenmektedir. Dikkat edilirse ıkra" oku emrinin, içeriği âyette zikredilmemektedir. Bu emir, öncelikle Kur"ân"da vahyedilen esasların düşünülmesinin yanında, okunabilir olan her şeyin okunmasını muhataplardan istemektedir.
Alak sûresinin ilk âyetindeki oku emrinin, ütlü/tilâvet şeklinde değil de, ıkra"/kıraat şeklinde belirlenmiş olması, son derece ilginçtir. Âyetteki emir, yazılı bir metni okumak veya belli kelimeleri tekrarlamak değildi; çünkü vahiy, yazılı olarak gelmemişti; kaldı ki ilk vahyin geliş zamanı da gündüz değil, geceydi. Öyle anlaşılıyor ki, âyette kastedilen okumak, düşünmek, duyurmak, tebliğ etmek veya ibret nazarıyla gözlem yapmak şeklinde, kendine özel bir çeşit okumaktır. Kıraat, aslında aklın veya zihnin okumasıdır.
Kıraat, anlamını düşünerek, anlayarak, hissederek okumak demektir. "Alak 96/1"deki ilk emir böyle bir okumayı ifade eder; yani kâinatı okumak, keşfetmek, düşünmek ve anlamaya çalışmak. Bu yönüyle kıraat, bir anlamda zihnin okuması demektir.
Kıraat, tilâvetten farklıdır ve ondan daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Çünkü kıraat, tilâvete göre daha entelektüel bir okuma faaliyetidir. Bu yüzden Kur"ân okunurken Şeytan"dan Yüce Allah"a sığınmanın emredildiği Nahl 16/98"de tilâvet değil, kıraat kelimesi kullanılmaktadır. Şeytan, Kur"ân"ı anlama çabasına yönelik kıraatı saptırır; tilaveti değil.
Türkçeye okumak şeklinde çevrilen diğer bir kelime de tertîldir. Furkân 25/32 ve Müzzemmil 73/4"te de geçen bu sözcük, özümseyerek, hissederek, yüreğinde duyarak, vahiy ile adeta bütünleşerek yavaş yavaş okumak demektir. Buradan anlaşılıyor ki Kur"ân"ı okumak, onu önce anlamayı (kıraat) ve sindire sindire okumayı (tertîl), ardından, gerekeni yapıp aktarmayı (tilavet) zorunlu kılmaktadır. Bu üçü de okumanın içinde olmalıdır; bunlardan herhangi biri yoksa okuma eksik kalır.
Bütün bu özellikleri düşündüğümüzde Kur"ân"ı ağır ağır, yavaş yavaş, hissede hissede, sindire sindire okumanın niçin emredildiği daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah, Müzzemmil sûresinin 4-5. âyetlerinde Kur"ân"ın tertîl üzere okunmasını emretmekte, gerekçesini de vahyin mesaj, içerik ve sorumluluk ağırlığına bağlamaktadır. Aynı şekilde Furkân sûresi 32. âyette, inkârcılara cevap olmak üzere Kur"ân"ın peyderpey indirilmesi ve tertîl üzere okunması da, gönlün inşası ve motive edilmesi olarak belirlenmektedir. Kur"ân-gönül ilişkisini doğru kurabilmek için Kur"ân"ı yüzünden okumak yeterli olmaz; onu kalbin derinliklerinde hissederek okumak gereklidir. Yürekten okunan Kur"ân"ın yürekleri okuyacağında ve hayatı programlayıp inşa edeceğinde şüphe yoktur.
İndirilişi 23 yılda peyderpey gerçekleşen Kur"ân"ın, okunuş şekli de kıraat, tertîl ve tilavet içerikli olarak gerçekleştirilmelidir. Sadece fertlerin kendi özel okumalarında değil, İsrâ sûresi 106. âyette belirtildiği gibi, başkalarına okunmasında da takip edilmesi istenen yol aynıdır. Kur"ân, Yüce Allah"ın istediği şekilde okunursa ölü hayat dirilecektir. Haşr 59/21"de belirtildiği üzere, cansız duran dağlar gibi, insanın ölü olan manevî dünyası manen canlanacaktır. Böylece, Allah"a duyduğu saygı nedeniyle boyun büküp O"nun yüceliği karşısında küçüklüğünü lisân-ı hal ile ve iradeli seslenişiyle itiraf edecektir.
Kur"ân ile buluşanlara, mealini anlamaya çalışanlara ve hayata onun ışığıyla bakmaya gayret edenlere ne mutlu! Yüce Allah"a engin rahmetine emanet olun.