Yaşamayan insanlarda kusur yoktur. Doğmayan ve ölen kişi kusur işlemez. Bunun dışındaki insanların kusur işlemesi neredeyse kaçınılmazdır. Peygamberlerin bile “Zelle” denen hatalar yaptıkları rivayet edilir. Allah insanları bir takım zafiyetlerle yaratmıştır. Zafiyetler; kusurlu davranmaya neden olmaktadır. Kusurların önlenmesi güçlü iradeye ve imana bağlıdır. İrade; tasarruf etme gücünü kazandırırken, iman da, nelerin kusurlu olduğu konusunda duygusal etki oluşturmaktadır.
İnsanlar; karşılaştıkları sorunları çözmek ve sorunlulardan kurtulmak için bir takım yol ve yöntemlere baş vurmaktadırlar. Bazen bu yöntem; kanunlarla sınırlı olurken, bazen de öfke ölçüsüne göre kişisel husumet ve kavgalara da dönüşmektedir. İnsani zaaflardan en önemlisi; kişinin kendisini sorgulamaması ve yaptığı yanlışları görmemesidir. Bu nedenle de; genelde insanlar kusurlu olarak karşılarındakileri görmekte ve suçlamaktadırlar. Bu da; yeni sorunların üretilmesine, çözülemez sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Kendini sorgulama, başkasının hata ve kusurlarını affedip, saklama tavsiyesi; Peygamberimizin önemle altını çizdiği konu başlıklarındandır. Müslümanlar; inandıkları dinin gereklerini yerine getirdiklerinde büyük ölçüde hatasız ve kusursuz bir yaşam yürütürler. İslama göre, hata ve kusurları örtmek; erdemli bir davranış olarak tanımlanmaktadır. Kur’ani hakikatler ve Peygamberi tavsiyeler; kusurların örtülmesinin gerektirmektedir. Bu durum; kusurluların korunması anlamına gelmemektedir. Aksine, bir daha kusur işlememe konusunda önemli bir davranış inşasını sağlamaktadır. Görünen kusurunun örtüldüğünü bilen bir kimse; aynı ve benzer kusurları bir daha işlemekten haya edecektir.
Bazı kusurlular vardır ki; onların yaptıkları kusur olmaktan çıkıp, bilinçli yanlış davranışların devamı haline gelmiştir. Bu gibilerini afişe etmek lazımdır. Onların yaptıkları kusur değil, bizzat yaşam şekline dönüşmüş yanlış bir hayattır. Nasihatin cevap vermediği ve dönüşüme yansımadığı davranışlar, kasıtlı hallerdir ki; o gibileri topluma tanıtmak bir sorumluluktur. Yanlışlardan ve yanlışlıklardan beslenerek kendisine hayat şekli belirlemiş, bu gibi yüzlerce insan vardır. Beleş yaşamanın da hayaliyle şekillendirilen bu yaşam şekli için; aslında bir hayat feda edilmektedir.
Kusurlar bazen nimettir ki; kişi yaptığı hataları öğrenir ve böylece kendini düzeltme fırsatı bulur. Bazen de ihanettir ki; kusurları yapan insanın acizlikleri ve kusurlarındaki ısrarı öğrenilmiş olur, bu gibi kişiler hem Allaha verdikleri söze, hem de kendi yaratılma nimetine ihanet etmiş olurlar. İnsan yaratılışında “Kusur” işleme duygusunun olması; ilahi imtihan için önemli bir unsurdur. İlahi imtihan; kusurların yapılıp-yapılmaması, yanlışların yaşanıp-yaşanmamasıyla değerlendirilir. Günah işlemeye de meyilli yaratılan insanın bu durumu; kötülük yapacağı anlamına gelmez. Aksine, kötülüklere karşı göstereceği duruş ve yaptığı mücadele; imtihanın bir sorusunu ve sonucunu oluşturacaktır.
İnsan kusurları madde madde sayılmış ve yazılmış olsa, bu fiillerin; kusuru işleyeni de, ikinci kişileri de rahatsız edecek davranışlar olduğu görülür. İşlenen fiillerin yanlış olduğu fark edilip, bu davranışlardan uzaklaşıldığında; bu bir kusur olur. Ancak, işlenen kötülükten memnuniyet duyulup ve bu fiilin sonuçlarından istifade edilme yoluna gidildiğinde, bu fiil; kasıtlı bir davranış haline gelecektir ki, artık günahlar arasında yerini alacaktır.
Kusurlu insan; kusursuz insan gibi değildir ama bu durum onun kötü bir kişi olduğunu da göstermez. Aksine, kusurunu fark edip, pişmanlık duyarak, kusurdan vazgeçmesi; o kişinin iyi insan olduğunun delili sayılacaktır. Kusurlu insan değil, kusurda ısrar eden kötüdür.