Kutsanmış Şiddet..!

Herkes her an nereden, ne zaman ve kimler tarafından geleceği belli olmayan bir şiddete, tacize ve tecavüze uğrayabilir. Okullar, işyerleri, sokaklar ve hatta evlerimiz bile hiç kimse için güvenli değil artık.

Kadınlara yönelik artan şiddet, taciz ve tecavüz olaylarına karşı, 1 Mayıs günü Sosyalist Partili kadınlar “ biz kadınlar, şiddetten arındırılmış sokaklar istiyoruz” pankartıyla yürüyerek hemen her yerde şiddete, tacize ve tecavüze uğrayan kadınların ve çocukların sesi olmaya çalıştılar.  

Siirt'in Pervari ilçesinde 2009 yılında 13–14 yaşlarındaki 8 öğrencinin 2–3 yaşlarındaki iki çocuğa tecavüz etmesi, bilinen ve bilinmeyen bu tür taciz ve tecavüz olayları, kadınlar ve çocuklar için her zaman bir tehdit unsuru olan ve şiddetten beslenerek varlığını devam ettiren, erkek egemen kültürün bir parçası olarak “kim, kimden daha erkek” gibi bir ispat çabası ve psikolojisi içinde işlenmiş suçlardır.
         Son günlerde artış gösteren iki şey var. Bunlardan biri yetişkin bireylerin çocuklara yönelerek, erkek egemenliğinin vazgeçilmez unsurları olan baskı, tehdit, şiddet, korkutma, şantaj ve vaat"te bulunma yöntemleriyle çocuklara cinsel istismarda bulunması; taciz, tecavüz girişimine kalkışması, diğeri de ergenlik deneyimi olarak gençlerin yine aynı yöntemlerle kendilerine obje olarak küçük çocukları seçmesi. Peki, neden küçük yaştaki çocuklar hedef olarak seçiliyor? Çünkü küçük yaştaki çocuklar savunmasızdır, kolay tehdit edilip korkutulabilir ve susturulabilir, kolay kandırılabilir ve ne yaşadıklarını tam olarak anlamlandıramazlar.

Herkesin hayalinde, yüreğinde ve aklında bir gün “kahraman olmak” olmak yatar. Çocukluğumuzda edindiğimiz “kahraman olma” sevdasıyla yanıp tutuşuruz hep. Ama ne yazık ki bizim gibi ülkelerde şiddete başvurmadan, karşındakini yumruklayarak veya kurşunlayarak yere sermeden arkadaşlarının gözünde asla güçlü ve “kahraman” olman mümkün değildir. Atacağın yumruğun ve kurşunların sonuçlarını düşünmek bile istemezsin. Çünkü düşünürsen; insan aklına doğrudan itirazı olan “sonunu düşünen kahraman olamaz” öz deyişine ve raconuna ters düşersin. Kavga etmek yerine karşındakine barış elini uzatıyorsan, sen kesinlikle korkak ve pısırık birisindir ve asla kahraman olamazsın.

Ezme ve ezilme ilişkisinin ortaya çıktığı insanlık tarihi boyunca erkekler kendilerine biçilen rol gereği, kadınları sokak ortasında öldüresiye sevecek kadar “kahraman” oldular hep. “Seni çok seviyorum” diyen erkekler tarafından “ya benimsin, ya da kara toprağın” tercihine zorlanan kadınlar, insanca ve özgürce yaşayamadıkları aşkların kurbanı ve erkek şiddetin hedefi oldular. Evrenin, insan yaşamının, özgürlüğün, aşkın ve sevginin güzelliği yerine, erkek egemenliğinin bir ürünü olan şiddet, taciz, tecavüz, savaşlar ve ölümler ne yazık ki yaşamımızın ayrılmaz birer parçası oldu.

Kahramanlıklar şiddetin dozuna göre ölçülür oldu artık. Bir yumruk atan değil, üç yumruk atan, bir kurşun atan değil, bir şarjör kurşun boşaltan her zaman daha kahraman ilan edildi. Zorla tacize ve tecavüze uğrayan kadınlar, onlara tecavüz eden erkeklerden daha çok suçlandılar. Kirletilmiş namusun temize çıkması için, kadınlar evlerinden kovuldular ve bir başına sokaklara bırakıldılar, sokak ortasında dövüldüler, tacize, tecavüze uğradılar, kafaları taşla ezildi, bıçaklandılar, kurşuna dizildiler. Kadınları döven, kurşuna dizen erkekler yüceltildi ve vicdanları rahat etsin diye, kadınlara yönelik erkek şiddet kutsanarak, töre ve geleneklere sığınıldı ve her zaman olduğu gibi, “namus” erkekler tarafından, yaşamlarına son verilen kadınların akan kanıyla temizlendi.  

Karşımızdakini anlamaya çalışmak ve karşılıklı empatide bulunarak var olan sorunlarımızı çözmek yerine, tam tersine karşımızdakini bastırma, susturma ve etkisiz kılma yöntemi olarak şiddeti öne çıkartmak ve kendi şiddetimizin haklılığına inanarak sorunlarımızı şiddet yöntemleri ile çözmeye çalışmak ne yazık ki, toplumumuz tarafından, erkekçe ve kahramanca bir tavır olarak algılanmaktadır.

Kapitalist devletler, kendilerine ve patronlara karşı hak arayanları ve ezilen tüm toplumsal kesimleri susturmak ve bastırmak için hiç çekinmeden şiddeti vazgeçilemez bir araç kullanıyor. İdeolojik hegemonya ve şartlanmışlık sayesinde kendi vatandaşına karşı şiddet uygulayan devlet ne yazık ki, kendi vatandaşları tarafından haklı bulunuyor ve kutsanıyor. Böylece şiddet, devlet ve toplum tarafından meşrulaştırılıyor ve “karısını”  döven koca, çocuklarını döven anne ve baba, kardeşini döven ağabey ve abla, her hangi bir nedenle karşısındakini yumruklayan biri, sevdiği kadını öldürerek başkasına yar etmeyen sevgili ve şiddetin örgütlenmiş hali olan savaşlar aracılığıyla binlerce insanın ölümüne neden olanların şiddeti kutsanıyor. Hem de hiç sorgulanmadan, yazık.

Unutulmamalıdır ki, Şiddet; insanlığımızın intiharı ve içimizdeki insanın ölümüdür.