Kesk Başkanı Sami Evren ve Kesk Yönetim Kurul Üyesi Adnan Gülpunar'ın istifasının ardından bir anda sol örgütler Kesk'e bağlı yereldeki sendikalar basın açıklamaları ve eylemlerle olayı kınamaya suçluları aramaya başladılar. peki suçlu kim?
Ortada dolaşan taciz meselesi bundan yedi ay önce fiile maruz kalan kadının KESK MYK'sına başvurmasıyla ortaya çıktı. Neden Kesk Başkanı yedi ay sonra istifa ediyor. Zaten sol hareketler içerisinde artık ayyuka çıkan bu saçmalık açığa çıkarılmıyor sorgulanmıyor da, yedi ay sonra yargılanır yadırganır hale geliyor. Kurumlar bu olayı konuşup tartıştığımızda bizleri susturmaya çalışıyor ve olayı kapatmaya çalışıyordu. Ta ki duyarlı ve onurlu bir kaç kadın hareketi bunu internet sitelerinden herkese duyurana Taraf Gazetesi haber yapana kadar.
Son 5-6 yılda Sarı sendikacılık ve "memurculuk" zihniyetini aşamayan profesyonel ezberci sendikacılık dışına çıkamayan Kesk , ücretleri ve özlük hakları kurum tarafından karşılanan yöneticileri sayesinde içinden çıkılmaz bir çukura sürüklendi. Egosu tavan yapan "üst düzey" yöneticiler kendilerini erkin ve egemenliğin sahibi olarak görmeye her türlü eylem ve davranışı kendisi için yapılabilir bulmaya başladılar. Kesk Yönetimi'ne kadar yükselmiş birinin bu fiili gerçekleştirmesi ve bunu kadın sorununa duyarlılığı olan bir sendikada yapması akıl alacak bir hal değildir.
Egemen erkek zihniyetini ve cinsiyetçi bencilliğini aşamamış bu karakter bana şunu hatırlatıyor.
Toplum yaşayışını belirleyen ve onu yönlendiren unsurların bilimsel ve gerçekçi açıklamasını yapan iki görüş vardır. Bunlardan birincisi toplum yaşayışını ekonomik halin belirlediğini savunan materyalizm, diğeri ise aile ve cinsiyete bağlayan Freud'un psikolojik kuramı. Ben her ikisine de katılırken aynı zamanda ikisini de pek savunmam.Ama KESK içinde yaşanan hal her ikisini aynı anda haklı çıkarıyor. Erki ekonomik olarak elinde tutup sendika bütçesini kontrol altına alan yönetici zaten toplum içindeki egemen erkek ideolojisini de içinde toplayarak hem sınıfsal tarafını yaptığı çakıdan bozma sendikacılıkla gösteriyor, hem cinsiyet gücünü kullanarak kadın tacizini meşru buluyor.
Son olarak şunu söylemek gerek tarihsel bahar eylemlikleri ve kuruluşundaki mücadelesiyle KESK doksanların başında iz bırakmıştır ve ben bu sendikayı hep öyle hatırlayacağım.
Kesin ve net olan iki şey var, birincisi kadın hareketinin bu konuyu acil bir hızla sol içerisinde tartışması ve kati olan şu meseleyi zihinlere sokmasıdır. Kadın kurtuluşu ve özgürlüğü olmaksızın yaprak kıpırdatmak imkansızdır. İkincisiyse memurculuktan çıkıp gerçek kamu emekçilerinin mücadelesini örgütlenmesinin yollarının acilen tartışılmasıdır.