Bu hafta, Nihad Sami Banarlı Hoca'nın, İstanbul'la ilgili makalelerinin toplandığı bir kitabında okuduğum bir cümleyi sizinle paylaşmak istedim. Her devletin başına geçenler, aslında öyle olmasa bile, birçoklarınca büyük adam sanılır. O kadar ki birgün kendileri de bunun böyle olduğuna inanır*¹ İlgili makale yazılalı 36 yıl olduğuna göre, demek ki âlem yine ol âlem...
Ben ilkokula başlamadan önce 27 Mayıs ihtilali olmuştu. Komşularımızdan bazılarının her akşam bize gelerek Yassıada saati programını dinlediklerini hatırlıyorum. Zira, o günlerde her evde radyo yoktu. Kocaman bir batarya ve pille çalışan, dışarıda anten ve topraklama hattı bulunan bir radyomuz vardı. Elektrikse hiçbir köyde yoktu ki.
İlkokula başladığım yıllardaydı. Yeni bir başbakanımız olmuştu. Daha sonra defalarca gidip gelen. Meslek hayatımı noktalamaya hazırlandığım günlerde de devletin başındaydı. Gözünü çöplükten hiç ayıramıyordu. Düşün peşime... diyordu... Halk ta bağırıyordu: Kurtar bizi baba... Belki ahir ömründe gel deseler, düşünmeden atlayacaktı. Çünkü O, kendi için bir şey istemiyordu.
12 Eylül darbesi bazılarını ikbalden düşürürken, bazılarına da yeni fırsatlar doğurdu. Satarım, sattırmam tartışmaları arasında yeni bir döneme girildi. Liderlerimiz değişti... Sonunda o dönemi de acı bir şekilde noktaladık. Hamsinin ağaca çıkıp çıkamayacağını tartıştık daha sonra. Liderler geldi geçti...
Üniversite yıllarında, ardında yürümekten bıkmadığımız bir başka liderimiz daha olmuştu. Adını dağlara, taşlara yazdığımız karizmatik bir lider... Ayakta durmakta zorluk çektiği, ömrünün son dönemlerinde bile istirahata çekilmeyi düşünmeyen ve bizim de medet umduğumuz bir lider... Oysa kendisi himmete muhtaç bir dede...
Sonra yeni bir liderimiz daha oldu: Sempatik, karizmatik, halkın içinden gelen biri... Ama, yukarıdaki teorinin dışına o da çıkamamış... Ben olmasam dünya durur... Oysa her fani gibi O da ölümlü...
Seksenine merdiven dayamış bir liderimiz daha var. Partisinin başından ayrılsa, bir ağabey, bir baba olarak kenara çekilse, yeni yüzlere fırsat verse, belki partisi büyük bir atılım yapacak. Ama ne mümkün...
Liderlerimiz böyle de, bizim hiç mi kabahatimiz yok? Fatih'i, beyaz atının üzerinde, ilk defa gören bir gencin, yanındakine, Aa! bu da bizim gibi insan, diye hayretini belirttiğini bir yerde okumuştum. Yukarıdakilerde keramet vehmetmek... Bu da bizim hastalığımız...
Keşanlı Ali Destanı müzikalindeki bir parçada, İnsanın eski huyu bu, kendine bir put yapar. / Oldum olası böyle bu, kendi yapar kendi tapar. der. Ne kadar doğru, ne kadar harika bir tespit. Bizim durumumuzu da ne güzel özetliyor.
Mezarlıkta yatanlar, kendilerinin ölümü halinde dünyanın duracağını sanırlardı, onlar öldü ama dünya hala dönüyor... Buna bir de biz inanabilsek...
Bu, Ankara'dakiler için böyle de, yanıbaşımızda olanlar için farklı mı? Adaylığı döneminde herkesten bilgi ve destek istiyen biri, seçimi kazanıp koltuğa oturunca her konuda uzman kesilir. Onun, bilmediği yoktur artık. Etrafındakiler de her sözünde keramet ararlar. Değilmiki seçimi kazandı... Artık onun etrafında sürekli yağcılar bulunmalı... Bulunmalı ki, sağının solunun gıcırdadığını, öncelikle kendisi, farketmesin.
Bu haftaki yazımı da Neyzen'in bir sözüyle bitireyim: Şu insanlık tarih boyunca, oltacıların oltasına hem yem, hem de balık olmaktan kurtulamamıştır.
e-posta: m.buyukalbayrak@dengegazetesi.com.tr
*¹ Nihad Sami Banarlı İstanbul'a Dair (Kubbealtı Neşriyatı 1986)
Mehmet Büyükalbayrak