VEFÂTININ 22. YILINDA:
Târihî Romancımız Ahmet Yılmaz Boyunağa'nın Hayatı, Eserleri ve Edebî Hüviyeti Hakkında Şâir ve Yazar M.Halistin Kukul'la Sohbet/2
MÜLÂKAT: MEHMET ARI
(Dünden devam)
ARI- O'nunla ilgili, daha önce anlatılmamış bir hatıranız var mıdır?
KUKUL- Şu anda yazıp söylemediğim başka bir hâtıra aklıma gelmiyor. Az önce, ister istemez bâzılarını söyledim. Fakat şunu da söyleyeyim ki; 1973'ün sonlarında, O, Balıkesir Eğitim Enstitüsü'nden, bense Diyarbakır Eğitim Enstitüsü'nden Samsun Eğitim Enstitüsü'ne tâyin edildik. Bilhassa, benim geldiğim okul çok hâdiseliydi. Geldiğimiz okul ise, kız eğitim enstitüsüydü ve hâdise yok denecek kadar azdı. O yıllarda birbirimizle tanıştık ve birbirimize ısındık. Bizim için, ilk büyük darbe, 1978-1979 yıllarıydı ki, o dönemin hükûmeti, sorgusuz sualsiz, idâreci ve öğretmen, bizleri, otuz beş kişiyi yurdun değişik yerlerine sürgün etti.
İşte o günlerde, Yılmaz Boyunağa, hepimizi sükûnete dâvet ediyor ve: "Arkadaşlar, bu sıkıntılarımız da geçecek, zulüm hiçbir zaman payidâr olmamıştır. Rabb'imiz yardımcımızdır" diye teskin ediyordu. Çok çetin iki yıldı, o..Çok!..
ARI- Nasıl bir baba, nasıl bir hoca, nasıl bir arkadaştı?
KUKUL- Bu "nasıl"lara, bir 'nasıl' da ben ekleyeyim: Nasıl bir dede idi? Az önce de söylediğim gibi, Yılmaz Boyunağa'nın kibar tavrı hiç kimseye karşı değişmezdi. Evlâtlarına nasıl davranıyorsa, öğrencilerine de öyle davranıyordu. Arkadaşlık münâsebetlerinde samimîydi, aynıydı. Boş lâfı sevmezdi.
Tabiî ki, dede olmak başka bir şeydir. O'ndan birkaç sene sonra da, ben, dede oldum. O, benden sekiz yaş büyüktür. İşte, burada bir hâtırası daha aklıma geldi. Bunu, pek çok kişi bilir.
Bir gün, âilece bir arada bulunduğumuz bir sırada anlatmıştı. Mâlûmunuzdur, son yıllarını hastalıkla geçirmişti. O günlerin iyi zamanlarındaydık. Çocuklardan torunlardan söz ediliyordu. O sırada iki torunu vardı. Şimdilerde üniversite bitirip evlendiler tabiî ..."Kardeş, torun çok seviliyor. Peygamber Efendimiz de torunlarını çok severdi. Hakîkaten öyle, çok seviliyorlar. Gelmelerini dört gözle bekliyorum. Fakat geldiklerinde de yerlerinde durmuyorlar, her şeyi altüst ediyorlar. Hani, gitmelerini istemiyor da değilim!.." der, ardından da gülerdi.
ARI- Hayata bakışı ve edebî anlayışı, bâzı yönlerden bana Âkif'i hatırlatıyor, yanılıyor muyum?
KUKUL- Elbette ki, benzedikleri yönler vardır. Bir defa, fikir ve inanç irtibatlı olarak aynı iz üzerinde bulunuyorlar. Âkif'in yaşadığı dönem ile, bizlerin yaşadığı dönemin şartları apayrıdır. Hattâ, bizim yaşadığımız dönem ile, bizden onbeş yirmi sene sonrakiler aynı mı?
Düşününüz; üniversitede hocayız. Yıl 1982. Oturmak ve çalışmak için müstakil bir odamız yok. Birkaç kişi bir arada oturuyoruz, buna rağmen ısınmamız yetersiz. Birkaç kişiye bir daktilo düşüyor. Düşüyor da, yazabilmek için böyle bir mekân uygun mudur? Bu benzeyişler, târih boyunca görülmüştür. Ancak, hiçbir benzeyiş birbiriyle çok da mutabık olmamıştır.
Sâdece Âkif'te değil, o dönemin bütün şâir ve yazarlarında büyük sıkıntılar var. İçte karmaşa, dış tehdit ve tehlike hat safhada..Meselâ, aralarında yirmi yaş farkı var ammâ Ali Fuat Başgil Birinci Cihân Harbi'nde dörtbuçuk sene fiilî askerlik yaptı. Kolay mı? Ondan sonra da ilim tahsil edip ordinaryüs p(u)rofesör oldu!..
ARI- Yılmaz Hoca'nın en büyük hayâli veya hedefi neydi?
KUKUL- Bahsettiğim gibi çok çalışırdı. Bir yerde daha söyledim. Bir gün, kendisine dedim ki, "Bunca şiir ve makale yazıyorum. Bunları bir türlü kitap hâline getiremedim."
Bana, ümit aşılayarak dedi ki: "Sen, yeter ki, yaz. Bunlar hiçbir zaman zâyi olmaz." Hakîkaten; bunları söyledikten bir süre sonra, hikâye, tiyatro ve şiir kitaplarım yayınlanmaya başlandı. Diyeceğim o ki, en büyük hedefi, ümitsizliğe kapılmadan çalışmaktı. Tabiî ki, bir de, Türk-İslâm dünyasının ve insanlığın huzura kavuşması..O, buydu!..
ARI- Ahmet yılmaz Boyunağa'nın çocuk kitaplarında işlediği belli başlı konular nelerdir? Ve niçin, çocuklara hitap eden eserler yazma ihtiyacı hissetmiştir?
KUKUL- Bu sorunuza sathî bir cevap vermemiz mümkündür. Çünkü, teferruat için, mes'eleye araştırmacı gözüyle bakmak lâzımdır. Peşpeşe iki soruyu müşterek cevaplamamız da iyi olur.
Günlük hayatında çocukları (daha doğrusu bütün insanları) çok sevdiği için, eserlerinde, çocuklara vermek istediği şuûr, İslâmî bilgi, millî kahramanlık duyguları, âilenin önemi ve târih zevkidir.
Ecdâdımızı tanımak, geleceğimiz için bir teminattır. Onların başarıları ve başarısızlıkları, yeni nesiller için ibret teşkil eder. Bu sebepledir ki, Yılmaz Boyunağa, bu bilgilerin edebî üslûp şartıyla dâima doğru olarak nakledilmesini arzulamış ve istemiştir. Bu çok önemli bir husustur.
Dolayısiyle; bu şuûr; bir edebî hüviyet içersinde çocuklara ikrâm edilirse, başarı sağlanır. O da, bu yapmak istedi.
ARI- Ahmet Yılmaz Boyunağa'nın üslûbu hakkında neler söylersiniz?
KUKUL- Üslûp mes'elesi, her şâir ve yazarın vazgeçilmezi'dir. Okunan bir eserde, nasıl ki, bir şarkı için bu ses falancanındır denilebiliyor, bu yazı veya şiir de filâncanındır denebilen'dir.
Boyunağa; az önce söylediğim gibi, Türkçe'yi seven ve onu, târihî güzelliğine bağlı kalarak kullanan bir romancımızdır. Üslûp mes'elesinde, en önemli unsur dili kullanabilme maharetidir. Bu bakımdan, konuşulan/yaygın yâni benim sık sık ifadeye çalıştığım 'Türk Dünyası Türkçesi', O'nun da esas aldığı Türkçe'dir.
Bu hususta, şunu diyebilirim ki, hakîkaten akıcı/sürükleyici/kesintisiz bir üslûba sâhiptir.
ARI- Sizce, romanlarında, didaktik unsurları öne çıkarması doğru mudur? Yâni; birinci derecede öğretmek mi yoksa edebî zevki öne çıkarmak mı önemlidir?Yoksa; her ikisi bir terkip hâlinde sunulmuş mudur, ne dersiniz?
KUKUL- Belki de, edebî bakımdan, üzerinde en çok durmamız gereken husus budur. Bunu, kendisiyle çok defa istişâre etmişizdir. O'nun bütün endîşesi şuydu: Yerli veya yabancı târihî romancıların veya ilim adamlarının maksatlı olarak veya bilmeyerek yaptığı yanlışları, bu yolla ortaya koymak ve düzeltmek.
Edebî eserde, elbette fikir ileri sürülecektir. Fakat, bunun fazla olması bediî cihetten zayıflatıcı olmaktadır. İlmî eserle, edebî eserin ayırıcı özelliği budur.
Gerçi; bu durum, her fikir siteminin mensupları tarafından da yapılmaktadır. Ayrıca; şiirde, tiyatroda didaktik unsurların öne çıkarıldığı onlarca örnek bulunmaktadır. Ben, mâdemki edebî eserdir, bediî tarafı çok daha önde olması taraftarıyım. Ve daha ziyâde bu görüş çerçevesinde, bu tür bilgilerin kıvrak ve mecâzî ifadelerle zihinlere nakşedilmesini teklif ederdim. O ise; düşünür fakat bir türlü o ısrarından vazgeçmezdi ve vazgeçmedi.
Netîcede, bu tarz bir târihî roman ortaya çıktı. Gayet mükemmel de oldu.
ARI- Yazdığı çocuk hikâyelerinde, hep bilinen kişileri ele almış; acaba, niçin, hayâlî bir kahraman meydana çıkarıp, onun üzerinden vermek istediği mesajları aktarma yoluna gitmemiştir? İlgi çekici böyle bir kahramanla hâdiseleri nakletse daha değişik bir olmaz mıydı?
KUKUL- Hakîkî kahraman, hayâlî kahramandan daha önemli olmalıdır. Çocuklarımıza, gerçekleri, yaşanmışlıkla göstermeliyiz. Elbette ki, hayâlî kahramanlar da olabilirdi. Edebiyat buna müsaittir. Zîra, olmuş veya olması mümkün olayları nakil ise, bu da olabilirdi. Fakat, şunu ısrarla tekrarlamamız ve üzerinde ısrarla durmamız gerekir ki, Türk târihi, hiçbir milletin tarihine benzemez.
Bâzılarının, Türk tarihi olmamış olsa, dünya tarihi tarihsiz kalabilecek kadar zayıflardı, görüşüne katılırım. Bizim, öyle yiğit alplerimiz , erenlerimiz, alp-erenlerimiz var ki, hiçbir millet, hattâ birkaçı bir araya gelse bu seviyeyi yakalayamaz.
Ne var ki, bütün bunlara rağmen, tarihimizin hikâyesini, romanını, tiyatrosunu, şiirini veya filmini arzu ettiğimizi seviyede işleyememekteyiz...Bu değerlerden uzağız...Tembeliz..
ARI- Bilhassa, yaşadığımız cemiyetin olaylarını işlediği çocuk hikâyelerinde hep yoksul kesimden kişilerin hayatını ele almıştır. Bu durum tabiî bir seyir icabı mı yoksa bir kurgu mudur?
KUKUL- Her ikisi de mümkündür. Bu, şudur; bu da budur demem mümkün değildir. Ancak şunu diyebilirim ki, yakın şâhidi olarak, Yılmaz Boyunağa, günlük hayatında senin-benim gibidir. Herhangi bir vatandaş nasıl pazara gidip domates patlıcan alıyorsa/alıyorsak, o da, hayatının her safhasında böyle yaşamıştır.
Böyle olunca, hayatın içinden çıkan mevzûları elbette ağırlıkta olacaktır. Gerek cemiyet hayatı içersinde ve gerekse meslekî hayatında, hep çetin şartlarla beraberdir ve bu çetin şartları yaşayan öğrenciler ve âilelerle hemhâldir. Yılmaz Boyunağa; keyif adamı, masa başı adamı değildir. Kahvehâne veya şu mekânda lüks hayat süren bir kişi de değildir. O'nun fildişi kulesi yoktur.
ARI- Peygamberlerle ilgili yazmış olduğu hikâye kitaplarında, hikâyeden çok, bilgi nakletmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Bilhassa Tufan ve Kuyudaki Çocuk kitaplarındaki hikâyeleri böyle. Bu durumu hiç konuştunuz mu?
KUKUL- Bir evvelki bahiste yâni romanlarıyla ilgili sorularınızda da ifade ettim, Boyunağa'nın hem romanlarında ve hem de hikâyelerinde 'didaktik/öğretici' unsur önde hatta ileri safhadadır. Bu durum, onun için âdeta kaçınılmaz/vazgeçilmez bir hâldir, bir üslûp özelliğidir.
ARI- Türk çocuk edebiyatında Yılmaz Boyunağa'ya nasıl bir yer verirsiniz?
KUKUL- Bizde, çocuk edebiyatı yeni değildir. Şiir, hikâye, roman, tiyatro dallarında şâir ve yazarlarımız vardır. Kaldı ki, Yılmaz Boyunağa, daha ziyâde , ağırlıklı olarak târihî konuları seçmiştir. Ömer Seyfettin'den Kemalettin Tuğcu'ya kadar, birçok hikâyecimiz vardır. Biz, burada, genel olarak çocuk edebiyatı üzerinde durmuyoruz. Sâdece çocuk hikâyeleri diyoruz ve bir de, bunu, "târihî" olarak ayırarak değerlendiriyoruz. Bu hususa dikkat etmek gerekir.
Yaptığı hizmetlerin büyüklüğünü takdir etmeliyiz. Bu vesîleyle; O'nu, bir kez daha rahmetle anıyorum.