Adam çok fakirdi,bir köyde yaşıyordu,her hangi bir geliri yoktu ,muhtaciyeti had safhaya varmıştı.yerini yurdunu terk edip gurbete gitmeden başkaca çaresi kalmamıştı. Köyde para etmeyen birkaç dönümlük tarla, babadan kalma yıkık dökük bir ev den başkaca varlığı da yoktu. Ölümü talep ederek, ümitsizlik ve çaresizlik içinde, çıkın haline getirdiği taşınabilir ihtiyaçları yanına alarak, yayan yola revan oldu.
Vakit öğleni geçmiş, ikindiye yanaşıyordu. Karşıdan siyah bir at üzerinde, ak elbiseler giyinmiş Nurani yüzlü yaşlı bir zatın geldiğini gördü. Adet üzerine, yaya Ahmet gelen yaşlı kişiye Selamün Aleyküm diye selam verdi. At üstündeki adam, -Aleykümselam derken, atik bir hareketle attan indi. –Hayırdır arkadaş yolun nicedir dedi. Ahmet, - Bende bilmiyorum, Yoksullulktan ve hayattan bezdim, böylece yollara düştüm. Allah ya canımı alır. Ya da bana bir yol gösterir dedi. Yaşlı adam; Ben sana bir yüzük vereceğim, bunu cebinde taşıyacaksın, gittiğin köy veya kasabada caresiz bir hastaya rastlarsan ona git, ben hekimim de. Hastanın baş ucunda dur ve yüzügü parmağına tak. Ben görünürsem, bu hasta sabaha çıkmaz de. Eğer görünmezsem, o hastaya ne tavsiye edersen et. O şifa bulacak ve yaşayacaktır. Bu işten para kazanır, Fakru zaruretten kurtulur, zengin de olursun. Amma, bu hastalık meselesi dışında sana da göründüğüm an bilmiş ol ki, sıra sana gelmiştir. Der ve kaybolur.
Ahmet kendine verilen yüzügü itina ile cebine yerleştirirken ikindi vakti olmuş, bir pınar başında abdestini tazeliyerek namazını da eda etmiştir. Akşam karanlığı basmadan geceliyecek bir yer düşünürken, yolun onu bir köye getirdiğini görür. Köy girişinde bazı telaşlı kişilerin konuşmaları ve Ahmet’in oraya doğru gitmesi köylülerce merak uyandırır. Yaklaşıp selamlaştıklarında, telaşlı köylülerin ağır bir hastaları olduğu, ne kadar ilaç verdilerse fayda vermediği, bir care aradıkları sözleriyle karşılaşır. Ahmet kendisinin hekim oldugunu, arzu ederlerse hastalarına bakabileceğini söylemesi üzerine, köylüler sevinerek, hemen eve gidelim, ne olur babamıza bir bakıyor, bir care diye ricada bulunup suratli bir şekilde eve giderler. Ahmet yaşlı zatın verdiği talimat üzerine hastanın baş ucuna giderek, cebindeki yüzügü parmağına geçirir, gelen giden yoktur. Hastanıza sıcak bir tarhana çorbası yapıp içirin, Sabaha kadar iyileşip ayağa kalkacaktır der. –Ahmet o gece orada konaklar. Kendisine izzet ve ikramla bulunulur. Yatak verilir, Sabah olunca hasta adam iyileşmiş ve ayağa kalkmıştır. Ahmet bu ilk hastası ile başarılı olmuş, yıllar yılı köy kasaba gezerek, hastaların ölecek veya yaşayacak haberini vererek servet üzerine servet eklemiştir. Bu arada evlenmiş, köyünde aldığı araziler ve yaptırdığı konak gibi evinde gezileri dışında, evinde 20 yılı aşkın mesut bir hayat yaşamıştır. Çocukları büyümüş, evlenecek çağa erişmiştir. Yıllar var ki, Ahmet artık ayaklarını yerden kesen yağız atı ile seyahat ediyor. Suratine sür at katarak daha da çok hasta ve para peşinde koşuyordu.
Yine böyle bir gün, 20 yıl evvel yolda gördüğü o nurani zat önüne çıktı. Ahmet’e senin de vaktin geldi dedi. Ahmet irkildi , başından aşağıya soğuk sular döküldü. –Ama benim daha işim bitmedi ki dedi. Çocuklarımı evlendirecem, tarladaki ekini biçtirecem. Hastaları iyi edecem, gibi birçok mazeretler saymaya başladı. Gelen ise AZRAİL’di.-Sen 20 sene evvel hayattan vaz geçip, ölümü isterken sana, Rızık kapısı verildi. Dünyalığa doydun, Ölümü unuttun, İhtiyaçların gün be gün arttı. Hayatla bağlantın her gün yeni sebepler peydahlayarak çoğalıp gidiyor. Bunun tehiri yoktur. Zaman bitti. Söz yerine getirilecektir. der. Ahmet ise kurnazlık düşünerek –Bari iki rekat namaz kılacak kadar bir zaman bana ver der. Atında taşıdığı Kirba dan abdest alır. Kıbleye yönelir namaza durur, Aradan gereğinden uzun bir zaman geçmesine rağmen birinci rekattan sonraki ikinci rekati bir türlü bitirmek istemez. Aklına gelen ne kadar ayet varsa okummaya devam ederken, surenin birinde takılır okuyamaz, o anda da AZRAİL canını alır.
Azrail ile Muhtaç adamın hikayesi böyle iken, günümüzde Dünya işini bitiremeden göçen nice insanların hikayeleri çiltlere sığmıyor. Mezarliklardaki nice insanımızın dünyaya sığmayan isteklerinin, zahiren sukunet yeri olarak görülen, geçici mekanlarındaki SAKİN duruşlarının altında, nelerin olduğu kimilerince biliniyor. Kimilerince hatırlanmıyor…