Geçtiğimiz günlerde Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı olan “Abdullah bin Zayed” adındaki bir zât, Osmanlı’nın dünya çapında yetiştirdiği târihî şahsiyetlerinden büyük bir “Paşası”na ne yazık ki çok çirkin iftirâda bulunmuştur. Bu zâta gerçi devletin en üst kademesinden gereken cevap verilmiştir. Belli ki, bütün târihi hakîkatler apaçık ortada iken, tıpkı bir asır evvelinde olduğu gibi kuyruk acısından dolayı efendileri o’ndan böyle bir çıkış yapmasını istemiş olabilirler. Bu, “Düvel-i muazzama”nın gönüllü müdâfî zâta Ziyâ Paşa’nın:
“Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
beytini hatırlatırız.
Bilindiği gibi İngilizler, ilkin Hindistan’da kurulmuş olan Türk Devletini ortadan kaldırdılar. Ardından aynı İngilizler diğer Batılı devletlerle ittifak ederek Osmanlı Devleti’ni parçaladılar. Hint Alt Kıta’sı (Pakistan, Hindistan, Bengladeş, Afganistan) ile Osmanlı’dan koparılan vatan parçaları (Balkanlar, Afrika, Ortadoğu ve Kafkasya) bugün kan-revan içerisindedir. Buralarda yaşayan müslümanların paylarına düşen ise ateş, barut, kan ve gözyaşıdır. Vaktiyle Osmanlı’nın birer “vilâyeti” yahut “eyâleti” iken bugün 50’ye yakın Birleşmiş Milletlerde tabelası olan bu devletlerde ateş bacayı sarmış vaziyettedir.
Bugün de coğrafyalarımızda oynanan oyun dünün aynısıdır. “Emperyaliz(i)m” bunu “yeni dünya düzeni” adı altında “böl, parçala, yut ve idare et” şeklinde yapmaktadır. Maksat, gaye, hedef, değişmemiş; sadece taktik değişmiştir. Dün “hürriyet, müsâvat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik)..” diyorlardı; bugün de “çoğulculuk, insan hakları, daha çok demokrasi, dünya barışı..” demektedirler. Bu bakımdan dün olup bitenleri bilmeden bugünü anlayamayız. Kısacası Târihi hakîkatleri çok iyi bilmeliyiz. Aklı selimî basirete; din, dil, târih, irfân, kültür ve medeniyet şuûruna sahip olmalıyız. Dünkü kahramanlarımızı bilmeden, tanımadan ve tanıtmadan; bugünün yetişecek neslinden bin-bir fedakârlık ve kahramanlık yapmasını bekleyemeyiz. Biz bu makalemizde, dünün “efsâne” paşalarından birisi olan Medine Müdâfî Fahreddin Paşa’mızdan bahsedeceğiz.
Bu dünyadan vatanını ve milletini canı pahasına her şart altında müdâfa eden samîmî paşalar da gelip geçmiştir. Bu paşalar nesli hiçbir ikbâl ve maddî çıkar hesabının adamı olmamışlardır. Verilen vazife her ne ise onu en mükemmel bir şekilde yerine getirmişlerdir. Millet ve devletine sadâkatle bağlılıklarını üstlendikleri vazifeleriyle ispat etmişlerdir. Bu kahramanlardan birisi de adını “Medine Müdâfî” diye târihlere altın harflerle yazdırmış olan “Fahreddin Türkkan Paşa”mızdır.
Türkiye Gazetesi Yeni Rehber Ansiklopedisi’nde Paşa ile alâkalı şu bilgiler vardır:
“Medîne müdâfii. 1868’de Rusçuk’ta doğdu. Babası Mehmed Nâhid Bey, annesi Fatma Âdile Hanımdır. Âilece 93 Harbinden sonra Rusçuk’tan ayrıldılar. Fahreddîn Paşa 1888’de Harbiye Mektebini, 1891’de Erkân-ı Harbiyeyi bitirdi. Erzincan’daki 4. Orduda vazîfe yaptı. 31 Mart Vak’asında Dîvân-ı Harb başkanıydı. 1911-12 Türk-İtalyan Harbinde Kurmay Albay olarak bulundu. Balkan Savaşında Çatalca Muhârebelerinde yaptığı taarruzla Bulgarları bozguna uğrattı ve Edirne’nin geri alınmasında en önemli rolü oynadı. Birinci Dünyâ Savaşı başladığında Musul’da On İkinci Kolordunun komutanıydı…” (Türkiye Gazetesi Yeni Rehber Ansiklopedisi İstanbul – 1993; cilt:7; s. 92)
Fahreddin Paşa, Osmanlı devletine karşı isyâna kalkışan Şerîf Hüseyin ve taraftarlarının muhtemel isyân hareketlerini kontrol altına almak ve gerektiğinde bu isyân hareketlerini bastırmak üzere Medine-i Münevvere’ye vazifeli olarak gönderilmiştir.
Kendisi “Medine-i Münevvere”de vazifeye başladığı andan îtibâren İstanbul’dan yardım istemesine rağmen, devletin içinde bulunduğu ağır şartlar sebebiyle hiçbir yardım alamamıştır. Bunun üzerine Şerîf Hüseyi’nin isyana kalkışacağını önceden hisseden Fahreddin Paşa, Medine’nin işgale uğraması tehlikesine karşı, mukaddes emanetlerin selâmetle İstanbul’a ulaştırılması sorumluluğunu üzerine almıştır. Emanetlerin sayımını ve dökümünü titizlikle yapmış ve bu maksatla 2.000 kişilik bir koruma ekibini yola çıkarmıştır. Böylece emânetleri selâmetle İstanbul’a ulaştırmış ve düşman eline geçmesini önlemiştir.
Fahreddin Paşa, Medine’nin kuşatılmasından önce tahliye talebinde bulunan Bâbıâlî’ye: “Medine Kalesi'nden Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin” cevabını vermiş ve bu husûstaki kararlılığını göstermiştir. (TDV İslâm Ansiklopedisi 1995-Ankara, cilt 12. s. 88.)
Paşa’nın tahmin ettiği gibi İngilizlerin (Lawrens) emrine girerek Osmanlı’ya karşı isyân eden ve kuvvet bakımından Fahreddin Paşa’dan en az üç kat üstün olan Şerîf Hüseyin ve avânesi, Medine dışındaki yerleri ele geçirmiştir. Kanal harekâtı sebebiyle hiçbir yardım alamayan Fahreddin Paşa, anlatılması mümkün olmayan (-asker azlığı, erzak ve (-iaşe) kıtlığı, silah ve cephane-mühimmat yetersizliği, hastalık gibi..-) bin-bir çeşit sıkıntıya rağmen kahramanlık destânı yazarak Medine dışındaki sorumluluk sahasını ve Medîne’yi 2 yıl 7 ay şan ve şerefle müdâfaa etmiştir.
Fahreddin Paşa: “Takdîr-i ilâhî, rızâ-yı peygamberî ve irâde-i pâdişâhî şeref-müteallik oluncaya kadar Medine müdâfâası devam edecektir.” demek suretiyle bu işe resmen başını koyduğunu dosta düşmana ilân etmiştir. (TDV İslâm Ansiklopedisi 1995-Ankara, cilt 12. s. 88.)
Kanal harekâtının başarısızlıkla bitmesi ve Mondros Mütârekesi neticesinde de Osmanlı Devleti’nin yenilgiyi kabul etmesi üzerine hükümet Fahreddin Paşa’dan Medine’yi teslim etmesini padişah fermânı ile resmen istenmiştir. Paşa buna rağmen teslime yanaşmamış, teslim şartlarını dahi görüşmemiştir. Ne var ki, aldığı devlet terbiyesinin nezâketine binâen; Mütâreke’den günler sonra (72 gün) yakın çalışma arkadaşlarının da ısrarı ve iknâsı neticesinde teslim olmayı kabul etmiştir.
Paşa ile alâkalı olarak Türkiye Gazetesi Yeni Rehber Ansiklopedisi’nde ayrıca şu bilgilere de yer verilmiştir:
“Birinci Dünyâ Harbinin kaybedilmesi ve Mondros Mütârekesinin imzâlanmasından sonra Mekke ve Medîne Vehhâbîlere terk edildi. İngilizler teslim aldıkları Fahreddîn Paşa’yı Malta’ya sürdüler. 1921’de esâretten kurtulan Fahreddîn Paşa, Başkomutanlık Meydan Muhârebesine 12. Fırka Komutanı olarak katıldı. 1922’de TBMM hükûmeti tarafından Kâbil elçiliğine tâyin edildi. 1926’ya kadar bu görevde kaldı. 1948’de İstanbul’da vefât eden Fahreddîn Paşa Rumelihisarı Kabristanlığına defnedildi.” (Türkiye Gazetesi Yeni Rehber Ansiklopedisi İstanbul – 1993 cilt:7; s.92)
Geçmişi şan ve şereflerle dolu olan Medine-i Münevvere’yi ve “Ravza-i Mutahhara”yı yâni Kâinât’ın Efendisi İki Cihân Güneşi Efendimiz’in Mübârek Kabri Şerîflerini korumakla vazifeli Paşa’mız ile ne kadar övünsek azdır. Böylesine büyük bir vazife pek az fâniye nasip olur. Azîz milletimizin unutulmaz bu büyük Paşası’na minnet ve şükrân hislerimizle memleketin her köşesinden bu vesile ile milyonlarca Fâtihâ-i Şerîfler gönderiyoruz.