Mehmet Akif

İsa Abanoz

   12 Mart'ta İstiklal Marşı'nın kabul edilişinin 90. yılını kutladık. Âkif'i andık, anlamaya çalıştık bir daha. Bugün de onun bazı özelliklerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

   Öncelikle karakterine dair birkaç söz etmekte fayda var. Mehmet Âkif, asırların nadir yetiştirip insanlığa armağan ettiği örnek bir şahsiyettir. Ahlakının her noktası ayrı bir parıltıdır. Onu en iyi onunla yaşayanlar anlatabilir.

   Güldeki çarpıcı koku ve güzelliklerin esrarını, ona âşık olup hayatını sevda bağlarıyla gül dalına bağlayan bülbüllere sormak daha uygundur. Zira gül bülbüle sorulur.

Nevzat Ayas onun için şöyle der: “Âkif, sadece bir köşeye çekilip düşünen, duyan, düşündüklerini ve duyduklarını yalnız yazmakla kalan bir şair değildir. Doğru bildiği şeyleri yapmaya çalışan, hareketlerini samimi duygularına uygun düşürmeye uğraşan bir cemiyet adamıdır. Her işte üstüne düşen görevleri yapmak için didinmiş durmuştur.”

   Şiirlerinde; hürriyet, doğruluk, vefakârlık, samimiyet, vatanperverlik, dindarlık,  kahramanlık, dayanışma, adalet ve istiklal gibi duyguları telkin ve tasvir eder. O, aruzu kullanarak sözle tablolar çizebilen bir ressamdır aynı zamanda. Riyakârlık, münafıklık, korkaklık, dalkavukluk, tembellik ve zulüm gibi rezaletlere sebep olan duyguları fıkralar naklederek ve örnekler vererek şiddetle yerer, eleştirir ve onlara hücum eder. 

   Âkif nüktedan bir mütefekkirdi. Tabir caizse bazı durumlarda taşı gediğine koymasını çok iyi bilirdi. Bunu yaparken incitici olmaması onun zekâ seviyesini gösterir. Âkif döneminde Avrupa'ya gitmek moda olmuştu. Âkif de Berlin'e gitmişti. Döndüğünde sordular ona: -Berlin'de ne var ne yok üstad?

-İşleri dinimiz gibi, dinleri de işimiz gibi, diyerek pek mühim bir tespitte bulunmuştu.

   Avrupa'ya tahsile gidip de bize ait değerleri hor gören insanlar vardı. Bunlardan Ali Şevki Bey'i Âkif bir toplantıda şöyle uyarmıştı: “Siz insanlara eskiden Fatih Camii'nin minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel Kulesi'nden mi bakıyorsunuz?”

   Avrupa'ya gidenlerden bazıları Fransızca kelimelerle konuşmayı moda hâline getirdiler. Halkın da hiç beğenmediği bu tipleri Âkif, öyle hicvetmiştir ki sesi ve etkisi günümüze kadar ulaşmıştır. “-Ayağımı ezdin adam… Patlıyor musun ne zorun? –Vurursam ağzına!.. –Yahu! Gürültünüz ne? Durun! –Yavaş be! –Çüş be! Gözün kör mü? –Pardon! –İllallah! –Nasıl ki çıktı şu pardon eşeklik oldu mubah?” Pardon çıkalı eşeklik çoğaldı, sözü buradan gelir.

   Yakın arkadaşı Mithat Cemal Kuntay “Âkif sesiz yaşadı.” der. Müteaddit (türlü türlü) Sükûtlar başlıklı yazısında Mithat Cemal, Âkif'in yedi çeşit sükûtunu sınıflandırır.

11. Bitmeyen sükût (Kendisine takdim edilen adamdan hazzetmemişse)

22. Hakaret olan sükût (İnandığı şeylere uymayan bir sözün karşısında)

33. Sevimli sükût (Bir eserinizi okuduğunuz zaman)

44. İbadetli sükût (Bir musiki parçasını dinlerken)

55. Zeki sükût (Bir şey anlattığınız vakit)

66. İstiskal (hoşnutsuzluk) eden sükût (Birini çekiştiriyorsanız)

77. Utanan sükût (Bilen bir tavırla bilmediğimiz şeyleri anlatıyorsak)

   Görüldüğü gibi Âkif, susarak da çok şeyler anlatabilmiştir.

   Âkif sa'ye yani çalışmaya çok önem vermiştir. Şerif Muhiddin'in “Sanatın yüzde doksan dokuzu terdir, yüzde biri ilham.” sözünü çok beğenir. Çalışırsanız istediğiniz adam olursunuz. Çalışmak her ferdin üzerine farzdır. Tebrik ve takdire şayan olan, muvaffakiyetten çok tam bir samimiyetle çalışmaktır. Bu arada hikmeti de unutmamak gerekir. Üstadın şu sözleriyle bitirelim: 

“Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete ram ol

 Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” 

Kaynak: Mehmet Âkif Külliyatı, İsmail Hakkı Şengüler

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.