Peygamberimiz Miladi 622 yılında, Peygamberliğinin on ikinci yılında, Yüce Allah(c.c.)ın izniyle Mekke’den Medine’ye hicret etmiştir.
Peygamberimiz hicret ederken; “Ey Mekke! Doğduğum, büyüdüğüm, Peygamber ilan edildiğim şehir ! Seni çok seviyorum. Ama senin halkının ileri gelenleri benim burada rahat yaşamama müsaade etmediler. Bu nedenle gidiyorum” diyerek Mekke’den ayrılmıştır. Mekke’den bu üzüntü ile ayrılırken aslında tekrar Mekke’ye muzaffer olarak döneceğini de biliyordu mutlaka.
Hicretinden sekiz yıl sonra, miladi 1 Ocak 630 tarihinde, on bin kişilik ordu ile Medine’den yola çıkan Peygamberimiz, 11 Ocak 630 tarihinde(Ramazanın yirminci gününde) kan dökmeden ve döktürmeden Mekke’nin fethini gerçekleştirdi. 622 yılında Mekke’den hüzünle ayrılan Peygamberimiz, sekiz yıl sonra ayrıldığı vatanına muzaffer olarak dönmenin onurunu yaşadı. Mekke’nin fethi sürecinde birçok olay ve konu dikkate değerdir.
Peygamberimiz Mekke’nin fethi gerçekleştikten sonra, umumi af ilan etmiş ve Safa tepesine çıkarak Kureyşlilerin biatını kabul etmiştir. Aynı tepede 610 yılında Peygamberliğini ilan eden Hz. Muhammed(s.a.v.)’e itirazı olan Kureyşliler, bu defa aynı yerde davasının haklılığını kabul ederek, kadın erkek, küçük büyük herkes Hz. Peygambere biat etti.
Allaha iman, Allahtan başka ilah bulunmadığına ve Hz.Muhammedin Allahın kulu ve Resulü olduğuna şehadet, İslamiyeti kabul ve yapılacak cihadlarla ilgili biatlar yapılırken, Kureyşli erkek ve kadınlar, Allaha ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, kız çocuklarını öldürmemek, zina etmemek, iffeti korumak, Allah Resulüne isyan etmemek gibi, daha önceki yaşamlarında kronik hayat şekli haline gelen ve yanlış olan bütün konularda Allah Resulüne söz verdiler.
Kadınlar arasında Peygamberimizin amcası Hz. Hamzanın şehid edilmesine neden olan Ebu Sufyanın eşi Hind’de vardı. Tanınmamak için kıyafet değiştiren ve kendisini saklayarak biat etmeye çalışan Hind’i İslamiyetle şereflendiği için Peygamberimiz affetti ve biatını kabul etti.
Hz. Ebu Bekirin babası Ebu Kuhafe de henüz Müslüman olmamıştı. Hz. Ebu Bekir babasının Müslüman olmasını istiyordu, bunun için yaşlı olan babasını alıp Hz. Peygamberin huzuruna getirdi ve Peygamberimizin huzurunda Müslüman olmasına şahitlik yaptı.
Hind’in affedildiğini duyan bir çok Kureyşli Müslüman olmak için Peygamberimizin yanına ulaşmaya çalışıyordu. Dünya ve ahiret saadetinin İslamı seçmekte olduğunu neredeyse herkes anlamıştı. Kalbi katılaşmış olan ve menfaatleri peşinde koşanlar, islamı seçmekte zorlanıyorlardı. Bu zorlukları İslamın yüceliğini görememelerinden değil, sahip oldukları servet, şöhret ve şehvetin ellerinden çıkması endişesindendi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekkenin fethini gerçekleştirdikten sonra toplumda bir rahatlama meydana gelmiştir. Ezilenler ve dövülenler kendilerinin insan yerine konulduğunu görmüşlerdir. Geleneğin hakim olması nedeniyle sevdikleri halde kız çocuklarını toprağa vermek zorunda kalanlar, artık bu yanlışlıklarını yapmayacaklarından dolayı sevinmişlerdi.
Güçlüler hukukunun yerine, haklıların güçlü olduğu bir anlayış gelmiş ve uygulanmaya başlanmıştı. Köle olduğu için değersiz görülen, siyah olduğu için ezilen insanların imani derecelerinden dolayı sahiplerinden ve toplum egemenlerinden daha değerli olduğunu anlatan bu anlayış kabul görmüştü toplum katmanlarında.
Şehvetin, şöhretin ve servetin anlamsızlığı haykırılıyordu artık Mekke sokaklarında. Menfaatini ilah edinenler silinecek, toplumun çıkarını önde tutanlar gelişecekti bu anlayışa göre. İşte ! Mekkenin fethi, bu anlayışı sunuyordu başta Mekke olmak üzere tüm insanlara ve insanlığa.
Menfaatini ilah edinenlerin Mekke’nin Fethinden çıkaracakları bir çok ders vardır günümüzde.