MEZHEBLER - 3 -.BÖLÜM
Seri yazının devamı ./…
MEZHEBLER NASIL OLUŞTU ?
İslam Devletinin sınırları;
doğuda; Maveraünnehri aşmış, kadim Pers topraklarının tamamı, kadim Türk topraklarının bir kısmı Müslümaların eline geçmişti…
Yine eski bir medeniyet olan, Çinlilerle, Hindularla ve daha bir çok kavimlerle komşuluk, ticaret, dini ve ilmi konularda karşılıklı münazaralar, sorular ve cevap aramalar başlamıştı…
Kuzeyde de durum aynıydı…
Dünyanın en büyük devleti Roma ile karşılaşılmış, siyasi ticari, ilmi tartışmalar devam ediyordu…
Batıda; Kuzey Afrika tamamen fethedilmiş, Mısır v.b. medeniyetlerin bilgi birikimiyle üst seviyede sorular ve cevaplama sıkıntıları vardı…
Sınırlar Ispanya yarımadasını da içine almıştı…
Fethedilen yerlerde insanlar akın akın bu yeni dinle tanışmaya başlamıştı.
Avam insanların bir çoğu kabul ediyorlardı ama bilgili olanlar sorular sorup aldıkları cevaba göre davranıyordu…
Bilgi sahibi olan gayri müslim insanları, sadece ayet veya hadis okuyarak imana davet etmek yeterli olmuyor, Müslümanlar felsefe, mantık, coğrafya, tarih, matematik sahalarında da değişik sorularla karşılaşmaya başlamıştı….
Birinci Altın Halka dediğimiz Sahabe-i Kiram bitmiş, ikinci Altın Halka dediğimiz “Tabiin” dönemine giriliyor, her sahada ilmi yeterliliği olan alimlere ihtiyaç duyuluyordu…
İşte değişik coğrafyalarda, değişik ilimlerle mücehhez insanların yetişmesi, yeni sorulara, meselelere, problemlere halkın anlayacağı seviyede ve genel kabul görecek şekilde cevaplar verecek alimler, ders halkaları oluşturmaya başladılar.
Bu ders halkalarını kuranlara imam denmeye, yaptığı yeni yorumlarıyla (İctihadlarıyla) öne çıkanlara da mezheb imamları denmeye öyle kabul görmeye başlandı…
Bu imamlar asla ve kat’a kendi heva ve hevesleriyle, meşhur olma adına veya dünyevi menfaatlere meyille fetvalar vermemişlerdir.
Hatta bir çoğu zamanlarının sultanlarıyla karşı karşıya gelmişler, çileler çekmişler, çektirilmişlerdir…
Bu mübarek insanlar; ictihadlarında; Kur’anı, Sünneti ve Sahabe-i Kiramın icma’ını ( ictihadlarını, nakillerini) öncelikleri yapmışlar, bunlarda bulamadıkları zaman kıyas yoluyla ictihad etmişlerdir.
Herbirinin kavrayış seviyesi farklı olabileceği gibi, delilleri de farklı olabilmiştir ki, farklı ictihadlar ortaya koyabilmişlerdir.
İyi incelendiğinde görülecektir ki bu farklılıklar müslümanlar için ihtilaf değil, rahmettir.
Ancak; istismar etmeye meyyal art niyetli insanlar, farklı ictihadları ihtilaf konusu gibi göstermeye, ayrılık tohumları ekmeye başlamışlar ve Mezheblerin yanında bir de Mezhepciler oluşmuştur.
İşte yukarıdakısaca anlatmaya çalıştığım olaylar neticesinde, mezhebler; zorunluluktan doğmuş rahmet yollarıdır…
Bu rahmet yollarını bilmeyen, bilemeyen ya da top yekun karşı çıkan insanlar bilmelidir ki; Mezhebleri yok ettiğiniz gün ( Maazallah) İslam’da yok olacak ya da bu tiplerin kurduğu yeni mezhebler türeyecektir…
Bunun da örnekleri geçmişte de, günümüzde de çoktur.
Samimi mü’mine düşen görev, mezheblere değil, mezhebciliğe karşı çıkmaktır.
…devamı Çarşamba günü...