Eğitim Fakültesi B Blok Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen panele; Rektör Prof. Dr. Sait Bilgiç, Eğitim Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Seher Balcı Çelik, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan, Prof. Dr. Serpil Sürmeli, Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut, Prof. Dr. Nedim İpek ise panelde konuşmacı olarak yer aldı. Moderatörlüğünü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan’ın yaptığı panelde konuşmacılar, geleneksel devlet anlayışından ulus devlete geçiş süreci, müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin ortaya çıkışı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış süreci hakkında bilgiler verdi.
“Milli egemenlik Türkiye için büyük bir nimettir”
Panelin açılış konuşmasını yapan Çağlayan, “Samsun, aziz Türk Milletinin Anadolu’daki varlığını yok etmek isteyen büyük güçlere karşı verilen mücadelenin başladığı şehirdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu büyük mücadeleyi başlattığı yerde 100. yılın coşkusunu yaşamaktayız. Bu coşkuya hem katkı sağlamak hem de parçası olmak adına bu paneli düzenledik. Türk tarihinde çok sayıda devlet kurulmuştur. Bugün 7 devlet ve bir millet olarak dünya üzerinde varız. Türkiye açısından bakılınca egemenlik konusu öne çıkmaktadır. Egemenlik iki yönlüdür; biri şahsi, diğeri ise milli egemenlik. Egemenliğin bir kişide toplandığı, asırlar boyunca devam eden yönetim anlayışı 18-19. Yüzyıllarda milli egemenliğe doğru kaymıştır. Türk tarihine bakılınca da milli egemenlik bize yabancı bir uygulama değildir. Toylarda belirlenen hükümdarların, ülke yönetirlerken de divanlar oluşturduklarını görüyoruz. Bugün baktığımızda Müslüman coğrafyasının gerçek anlamda demokratik bir düzen içinde yaşamadıklarını görüyoruz. Milli egemenlik bu anlamda Türkiye için büyük bir nimettir, kazanımdır.” diye konuştu.
“Milli Mücadeleyi anlayabilmek için 1820’lerden itibaren bakmak gerekir”
Çağlayan’ın konuşmasının ardından söz alan panelistlerden Prof. Dr. Nedim İpek, Osmanlı’dan itibaren süregelen geleneksel devlet anlayışından ulus devlet anlayışına nasıl geçildiği konusunda bilgiler verdi. Tarihteki yönetim şekillerinin günümüze gelene kadar gösterdiği değişiklikleri aktaran İpek, “Tarihi süreç içerisinde değişik devlet şekilleri var. Orta Asya’da bozkır imparatorlukları oluşmuş. Mezopotamya sahasında toprak imparatorlukları, Batı’da ise feodal olarak tanımlanabilecek bir takım yapılanmalar söz konusu. Kendi tarihimize baktığımızda ise Osmanlı’da hanedanlık var. 16. yüzyıldan itibaren karşımıza Ayanlık çıkıyor. 1680’de yerel ayanların seçimle belirlendiğini görüyoruz. 19. yüzyılda birtakım değişiklikler olsa da son söz yine sarayda. Ulusal egemenlik kavramına baktığımızda, bu proje Tanzimat döneminde uygulanmış ama başarılı olamamıştır. Bunun yerine milli hakimiyet getirilmiştir. Çünkü Müslüman toplum Türk milletini oluşturacaktır. Ben ulusla milleti birbirinden ayırıyorum. Millet, din birlikteliğinden dönüşen bir toplum; buna karşılık ulus ise toprak üzerinden yapılan bir tanımlama. Sonuç olarak Milli Mücadeleyi bence anlayabilmek için, Türkiye’yi ve Mustafa Kemal’i anlayabilmek için en azından 1820’lerden itibaren Türk toplumuna bakmak gerekir. Eğer buradan değil de 1910’lardan bakacak olursak çok sağlıklı tespitler yapamayız.” ifadelerini kullandı.
“Cemiyetlerin tek amacı bölgelerinin Türklüğünü ortaya koymaktı”
Panelistlerden Prof. Dr. Serpil Sürmeli, Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetlerinin ortaya çıkış süreci hakkında katılımcılara bilgi verdi. 23 Nisan 1920’yi anlayabilmek için bu süreci iyi kavrayabilmek gerektiğini vurgulayan Sürmeli, “Osmanlı, müttefikleriyle birlikte kaybettiği Birinci Dünya Savaşı sonrası imzaladığı Mondros Mütarekesi’ne rağmen siyasi bir kaygı yaşamamıştır. Bunun sebebi ise 14 maddelik Wilson İlkeleri’nin özellikle 12. Maddesinin Osmanlı Devleti üzerindeki rahatlatıcı etkisiydi. Ancak İtilaf Devletleri önce Musul daha sonra İskenderun ve İstanbul’u işgal edince Osmanlı artık işlerin iyiye gitmediğini anladı. Osmanlı Devleti’nin Wilson İlkeleri ile yaşadığı bu rahatlığın, işgaller sonrası bitmesiyle birlikte 15 Mayıs İzmir’in işgaliyle birlikte, haksız işgallere karşı koyabilmek için medeni ve hukuki bir mücadele başlatarak Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmaya başlandı.” dedi. Konuşmasının devamında kurulan cemiyetler hakkında katılımcılara bilgi veren Prof. Dr. Serpil Sürmeli “kalem ile medenice yapılan” bu mücadelenin tek amacının bölgelerinin Türklüğünü ve buradaki milli varlıklarını hem nüfus istatistikleri hem dini, kültürel ve coğrafi ortaya koymaktır.” diyerek sözlerini noktaladı.
“Mustafa Kemal, kurulan meclisin daha katılımcı olmasının önemine işaret etmiştir”
Son panelist olarak söz alan Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut ise TBMM’nin açılış süreci hakkında katılımcılara bilgi verdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de kurulduğunu ancak bayram olarak kutlamamızın daha sonra olduğunu belirten Akbulut, “Daha önce mutlak monarşilerde ferman, töre ve benzerleri kavramlar vardı ve buna uyulması gerekiyordu. Daha sonra meşruti monarşiler devreye girdi ve Osmanlı, geç de olsa bu sistem içerisinde yer almaya başladı. Ancak bu sistemin eski sistemlerden farklı olması için Anayasa Hukuku’nun göz önünde bulundurulması gerekiyordu.” diye konuştu. 16 Mart 1920’de, İstanbul’un işgali üzerine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, 17 Mart 1920’de 12 maddeden oluşan bir genelge yayınladığını hatırlatan Akbulut, “Bu genelgede kısa bir zamanda kurucu bir meclisin açılması gerektiğini belirtmiştir. Kurulan bu meclisin ise daha katılımcı olmasının önemine işaret etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, başkanlığını Şerif Bey’in yaptığı 45 dakika süren sembolik bir açılıştan sonra ve nihayet 24 Nisan 1920’de asıl oturumun yapılması ile resmen açılmış oldu.” ifadelerine yer verdi. Program, Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan’ın paneli değerlendiren sözlerinin ardından sona erdi. (Soner Süren)