Konuya bir şiirle başlamak isteyen köşe yazarının en büyük kabusunu yaşadım az önce. Şair konuyu özetlemiş. Az kalsın konuyu yazmama gerek kalmayacaktı.
Postmodernizm hakkındaki tartışmalarımızdan birinde; "Artık söylenebilecek her şey söylendi. Kitaplar yalnızca diğer kitaplardan bahsederler." dendiğini hatırlıyorum. Bir seferinde de "binbir gece masallarındaki Şehrazat'ın masallarının aslında bittiğini" ama yaşamaya devam etmek için biraz da saçmalamayı göze alarak sürekli yeni masallar uydurmaya çalıştığının söylendiğini anımsıyorum.
Postmodernizm tartışması , "posası çikmış bir hayatın posasıdır aslında" gibi bir iki cümleyle geçiştirilmeyecekse hakkında uzun bir yazıyı hak ettiğinden konuyu ertelemeyi zaruri (zorunlu) görüyorum.
Şu kadarını söylemek yeterli olur mu bilmem ama; gerçekler ya da doğrular sırf siz dile getirdiğiniz veyahut farkettiğiniz için hayata geçmeyeceklerine göre bininci kez de olsa aynı doğruyu veya tespiti hatırlamanın ve hatırlatmanın bir sakıncası olmasa gerekir. Tabii yeni sözcükler ve cümleleriniz olmalı ki en azından sizi okuyan yahut dinleyenin zihninde azıcık da olsa değişik bir lezzet bırakasınız.
Nihayet konuya yaklaşıyorum sanırım. Çünkü bahsetmek isediğim bıkkınlık hissimiz.
Tekrar tekrar aynı döngüyü yaşadığımızı zannetmeye başlama, tarihin tekerrür olduğu (bazen çok benzer hatalar yapılsa ve hatta insan toplulukları benzer yaşayışları sürdürse bile) yanılsamasına kapıldığımız anlardaki gibi entellektüel faaliyetlerimizde dahi açığa çıkan hissimiz, birçok şeyin yanı sıra bence zaman zaman daha sabırsız olmamıza da neden oluyor.
Hayatımızı hatırlamaya başladığımız ilk günlerinden itibaren çoğumuz, bir an önce büyümek, okula gitmek, okulu bitirmek, işe girmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak ve bir an önce emekli olmak gibi kabaca özetlenebilecek beklentiler içine giriyoruz.
Kişisel hayatımızda her biri ayrı çabalar, sorumluluklar, vazgeçişler, üstesinden gelinmesi gereken korkular, kaygılar barındırdığı için bir an önce halledilmesi gereken, bitmesi gereken süreçler olarak baktığımız işlerimizin bitmesini ne kadar istiyoruz diye kendimize sormamız gerekiyor aslında.
Okul hayatmız biterken çocukluğumuzu geride bıraktığımızı, evlenirken gençliğimizi yeni bir devrede yaşamaya başladığımızı, çocuğumuz olduğunda hayatımızın kendimizden menkul bir sorumluluktan çok daha fazlası haline geldiğini, iş hayatmızla beraber gençliğimizin ve orta yaşımızın da mesaisini yaptığımızı unutuyoruz sanırım.
"Bir an önce bitmesini istediğimiz her devremizin aslında bitmesini istediğimiz ömrümüz olduğunu fark edemiyoruz."
Keşke yapacağımız meslek, sadece yeteneklerimiz ve isteklerimizle karar verdiğimiz bugünkü (ÖSS) gibi sınavlara girmek zorunda olmadığımız bir sürecin sonunda ortaya çıksaydı (çok mantıklı bir istek).
Keşke dünyadaki bütün insanları tarayıp kendimize en uyumlu (bunun için bilgisayar programları var) eşi seçseydik (mantıksız, çünkü insan sabit bir yaratık değil).
Keşke bir an önce emekli olup emekli paramızla dünya turuna çıkabilseydik (maalesef, şehir turu için daha uygun genellikle).
Hayatamız keşke daha iyi ve hatta mükemmel olsa tabii. Acılar hiç yaşanmasa ya da bir şeylere kavuşmak başka birşeylerden vazgeçmeyi gerektirmeseydi.
Yaşadığımız anın tadını (hatta bazen acısını) çıkarmak yerine, bir sonraki anın hayaliyle elimizden akıp gitmesine izin verdiğimizde ne o anı daha güzel yapmak için çabalamış oluyoruz ne de hayalini kurduğumuz şeyler bir anda gerçek olmuş oluyor.
Elbette her acı bala dönmeyebilir. Ya da biz, o anda döndürecek gücü kendimizde bulamayabiliriz, ama çanlar o anın bitişi için çalmaya başladığında bizde de birşeylerin bittiğini farketsek sanırım hiçbir şey olmasa en azından hayatı ciğerlerimize daha kuvvetli ve doya doya çekeriz. Tabii siz yine de santral bacasının hemen dibinde durmasanız iyi olur.
İşte yazımı gereksiz hale getirmesinden kaygı duyduğum ve hatta korktuğum şiir:
"Rahat
Şu kavga bir bitse dersin,
Acıkmasam dersin,
Yorulmasam dersin;
Çişim gelmese dersin,
Uykum gelmese dersin;
Ölsem desene!
Orhan Veli KANIK