Doğum, kadın için en önemli yaşam olaylarından biridir. Doğum sonrası dönem aileye yeni bir üyenin katılması ile yeni bir düzenin kurulduğu bir dönemdir. Kadınlar doğum sonrası ilk yıl içinde, psikiyatrik hastalıklar (anksiyete bozuklukları, obsesisf kompulsif bozukluk, depresyon ve nadiren psikoz) açısından anlamlı risk altındadır. Ancak depresyon bu hastalıklar açısından en baskın olduğundan doğum sonrası psikiyatrik hastalık dendiğinde ilk akla gelen doğum sonrası depresyondur. Sıklığı %5-20 olarak bildirilmekle beraber, genel bazal sıklığının %10 olduğu kabul edilir.
Doğum sonrası depresyonun bulgularını ,doğum sonrasındaki ilk günlerde sıklıkla görülen Postpartum Blues ya da Lohusalık Hüznünden ayırt edilmesi güç olabilir. Postpartum Blues yeni doğum yapmış annelerin%50-70'nde görülen normal sınırda olan bir üzüntü veya endişe hali, kolay ve sık ağlama, en yakınlarına sıkıca bağımlılık tablosu şeklinde ortaya çıkar. Bu durum genellikle en fazla on gün sürer ve belirtiler kendiliğinden yakınların sosyal desteği ve ilgisiyle kaybolur. Lohusalık Hüznü'ne sebepleri; kadında doğumla birlikte ani gelişen hormonal değişiklikler, doğum süreciyle ve bebekle ilgili endişeler ve annelik rolünün kadına getirdiği sorumlulukların farkındalığı sayılabilir.
Daha nadir olarak on doğum yapan kadından birinde daha şiddetli bir depresyon tablosu gelişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle daha geç 2.-8.haftalar arası başlar ve en çok 1 yıl kadar sürer. Tedavi görmeyen kadınlarda 3 ay ile 1 yıl arasında kendiliğinden düzelebilir. Annenin bebeğine karşı ilgisizliği veya hostil duyguları ön plandadır. Anne bebeğine yeterli bakımı vermemekten ve hatta bebeğine zarar vermekten korkabilir.
Ağır depresif belirtiler yanında intihar düşünceleri ya da girişimleri görülebilir. Doğum sonrasında ortaya çıkan ağır bir depresyon, kadının ileriki yaşamını da etkileyecek Bipolar Bozukluk-Manik Depresif hastalığın ilk atağı da olabilir. Bu nedenle PPD geçiren kadınlar psikiyatri uzmanı tarafından uzun süreli olarak izlenmelidir.
Bazı risk etmenlerini taşıyan kadınlarda doğum sonrası depresyonun daha sık görüldüğü bilinmektedir. Bu risk etmenleri kadının ya da eşinin işsizliği,sosyal desteğin yetersiz olması, evlilik sorunları, beklenmedik yaşamsal olaylar(ölüm, ayrılık gibi), planmamış gebelikler, multiparite, daha önceki gebeliklerde depresyon geçirilmesi, yüksek riskli gebelik yaşamış olması, kayıpla sonlanan gebelik ve doğum deneyimleri, erken anne-bebek ayrılığı ve bebeğin bakımı ile ilgili duyulan kaygılardır. Annenin ailesinde geçirilmiş Doğum sonrası Depresyon öyküsü de riski arttıran bir etmendir. Bir ya da daha fazla risk etkeni taşıyan kadınların doğum sonrası depresyon için taranması önerilmektedir. Tarama için en sık kullanılan yöntem Edinburgh Postpartum Depresyon Skalası'dır.
Biyolojik faktörler, gerek genetik gerekse hormonal yeni doğum yapmış olan kadının anksiyete eşiğinin düşmesine,günlük stres yaratan durumlarla daha zor baş etmesine sebep olmaktadır. Genetik etkenlerin üstünde durulmasının sebebi postpartum depresyon gelişen kadınların birinci derece akrabalarında mizaç bozukluğu oranının normal populasyona göre daha yüksek olmasıdır. Hormonal sebepler incelendiğinde ,bazı veriler östrojen hormonunun rolü olduğunu düşündürse de yapılan araştırmalar bunu desteklememiştir. Gebelik boyunca yüksek olan östrojen düzeylerinin doğumla birlikte ani düşmesinin postpartum depresyon ile ilgili olmadığı görülmüştür. Kortizol düzeyinin etkisini değerlendiren arştırmalarda da anlamlı bir sonuç çıkmamıştır.Bazı araştırmacılar, doğum sonrası geçici tiroid disfonksiyonunu PPD ile ilişkilendirmişlerdir.Depresif mizacın tiroid bozukluğu ile ilgili olabileceği düşünülmektedir.