Neden korkuyor ve neden kaçıyoruz ki!

Merhaba sevgili okurlar

Bu hafta Doğan Cüceloğlu'nun  makesiyle yazımı tamamlayıp sizlerle paylaşmak istedim. Korku kaybetmekten başka bir şey kazandırmıyor insana, ne kadar korkuyorsan o kadar mağlup oluyorsun yaşamda. Belki de o yüzden insanlarımızın büyük çoğunluğu mutsuz. Kazanmak istiyorsan balıklama atlayacaksın hayatın içine.
Doğan Cüceloğlu'nun bahsettiği gibi korku çocukluktan alıştırılmış bir duygu. İnsanlardan korkmak gerektiğini, bir adım atarken diğerinin ne getireceğini matematiğe dönüştürülme işlemi. Hata yaptığında bir büyüğünün sana bağırıp çağırıp kırma düşüncesi, Ağlarsan Polise verilme, doktora götürüp iğne yaptırma, dilenciye verilme ve hep sindirilme. Cesaret öğretilmeden korku öğretiliyor insan yavrusuna. Korkunun olduğu yerde inanç yoktur. Nelerden korkarız ya da korktuğumuz şeyler gerçekten korkulacak şeyler mi?
Gerçek bir tehlikenin ya da tehlike düşüncesinin uyandırdığı endişe duygusudur 'Korku.'

İnsan hayatına yön veren en önemli olgulardan biridir belki de. Bazen korkularımızı kendimiz de yaratıyoruz, yüzleşmez ve üstüne gitmez kaçmaya çalışırsak bunlar büyüdükçe büyür. İçimizde, büyüttüğümüz ve sağlıklı bir şekilde dengeleyemediğimiz korkularımız bizi her gün bitirir ve öldürür de.

Korktukça içimize kapanıyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz!
Tam da mutsuzluğun dibine vurduğum bir günde bir kitapçı vitrininde karşılaştım Doğan Cüceloğlu'nu son kitabıyla.
Kitap adıyla tavladı beni: Korku Kültürü!
Kitabın alt başlığı adından bile güzel: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz?

Korku kültürü yaşamda gücü temel olarak kabul eder. Hayatta en önemli şey güçtür. Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar. Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok. Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın. Bu da sonuçlarla belli olur. Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana! Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir. Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür. Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür. Yönlendirir. Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya başlar. O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Bir toplumda 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?' diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar. Yani diyor ki: Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım

Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha güçlü, kim daha üstün ilişkisi var.
Çocuk bir kere 0–7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor?
Var olma mücadelesi veriyor. 'Yemeyeceğim' diyor, 'Doydum' diyor. 'Yiyeceksin' diye ağzına tıkıyoruz kaşığı. 'Aç değilim' diyor. 'Hayır, açsın' diyoruz.

Bir insanın yaşamının temeli 0–7 yaş arasında atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş arasında atılıyor. Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0–7 yaş arasında Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe konuşamaz, ona benziyor. Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş olma bilinci veremezseniz ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi zorlukla aksak öğreneceklerdir.
O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de annesinin çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına kararlar vermesi mi?
Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli. 'Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…' Bu genel mesaj yerleşince ' Ben kimim ki, otorite daha iyi bilir' inancına dönüşüyor. Korku kültürünün özü bu!
Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil, özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.
Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet! İşte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe çok temel bir değer vardır. O da gerçeğe saygıdır. Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip, öğrenip, yaymak için vardır. Oysa bu korku kültürünün umurunda değil. Korku kültüründe üniversite makam için vardır, mevki için vardır, daha güçlü olmak için vardır. Araştırma yapmaktan daha çok nasıl kulis faaliyetleriyle, ayak oyunlarıyla makam elde edileceği öğrenilir. Ayakta kalanlar, mevki, makam sahibi olanlar bunlardır. Ve bunlar bir öğrenci çok akıllı ve yetenekliyse korkarlar, onu asistan almazlar.
Sadece üniversitelerde değil, hiçbir yerde çok akıllı adam istemezler Türkiye'de.
Evet, çünkü tehlikesin. Hepimiz bir ekibin parçasıyız. Ben şu çocuğun daha mutlu olmasının bir parçasıyım. Herkes böyle düşünmeli. O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o mutsuzluk benim hayatımı etkiler. Trafiği düşün, her bir kişinin araba kullanışının kalitesi diğerinin hayatını etkiler. Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes etkilenir. Toplumda da öyle.. Korku kültüründe biz bilincinin gelişmesi mümkün değil. Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan kültür gelişir, ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür gelişir.
Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman?
Zaten sen diyenler 'Meee' diyor, 'Çoban yok mu? Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim hakkımı korusun.'
Mesela sınıfa girin öğretmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü davranın, 'Günaydın çocuklar nasılsınız?' filan deyin. Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması gerektiğini. Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının giderilmesi için korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi. Ve bu bir yaşam felsefesi. Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da korkutan erkek ister. Onları korkutmayana 'Ne biçim erkek' derler.
Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim?
Şimdi belirli bir azınlık grup var. İnsan hakları, çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen, birbirlerine 'Günaydın' demek isteyen, trafik kurallarına uyan… Benim gördüğüm kadarıyla çok az… Ve bu insanlar çok yalnız. Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz. O sınıfa girip de 'Günaydın' diyen öğretmenin durumuna düşersiniz.
Başınıza gelmedik kalmaz yani?
Kendinizi korursunuz ama o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir mutsuzluk yaşamaya başlarsınız. Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok. 0 – 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor. Bu böyle gidiyor.
Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hâkim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye?
Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış. İşte Atatürk devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış. Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da hemen bir canavar haline getirip iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor. İki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var. Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.
Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda yaşamıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var. Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım. Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de. Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor. Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor. Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir. O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor. O yüzden de diyalog imkânı ortadan kalkıyor. Diyalog imkânının olabilmesi için herkesin 'Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama müşterek bir gayemiz var' diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım. Bu kriterler yok. O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum. Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler arası politika güç mücadelesinden başka bir şey değil. Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak görüyorum bunu. İçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul etmişiz. O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş belamız olarak görüyorum. Henüz daha farkında değiliz nasıl ki balık suyun farkında değil, biz de korku kültürünün farkında değiliz.
Bizim de suyumuz mu hasta?

Neden korkuyor ve neden kaçıyoruz ki!
Oysa korkulacak ne var hayatta?  Ölüm mü?  Hiç sanmıyorum korkunun ecele faydası yok diye söylemiş atalarımız. Şair Mehmet Akif Ersoy"un yazmış olduğu milli marşımız da ki dizeler gibi KORKMA!..

Hz. Muhammed (s.a.s) dediği gibi "Korkma Allah bizimledir."

Her korku ileride bizlere geri dönecektir. Unutmayalım, düşmekten korksaydık, yürüyemezdik... Boğulmaktan korksaydık yüzemezdik… Her şeyden korkmak yerine mantığımızla çözmeye çalışalım.

Korkmayın, korkutmayın.. Sizi sevenler ile paylaşın korkularınızı...

Korkusuz hayat diliyorum.