İnsan, fıtratı gereği hem yaratılışının zayıflığını hem de Allah’ın ona bahşettiği üstün nitelikleri bir arada taşır. Ancak bu dengeyi koruyamadığında, "enaniyet" yani benlik ve kibir duygusuna kapılabilir. Enaniyet, kişinin kendini her şeyin merkezi olarak görmesi, hatalarını kabul etmemesi ve sürekli haklı olduğunu düşünmesi gibi davranışlarla ortaya çıkar. Bu durum, hem bireyin iç dünyasını hem de çevresiyle olan ilişkilerini derinden etkiler. İslam, insanı bu hastalıklı ruh hâlinden sakındırarak, tevazu ve teslimiyeti öğütler.
Enaniyet, kişinin kalbini adeta bir vampir gibi tüketen bir duygudur. Kibir ve benlik duygusu, Allah’ın lütuf ve nimetlerini kendine mal etme hatasına sürükler. Oysa Kur’an-ı Kerim’de Firavun ve Karun gibi enaniyetin zirvesine ulaşmış kimselerin akıbetleri, bu duygunun insanı nasıl felakete sürüklediğini açıkça gösterir. Allah, Nahl Suresi 23. ayette şöyle buyurmaktadır; "Şüphesiz ki Allah, kendini beğenen ve övünen kimseleri sevmez."
Enaniyet, kişinin sadece Allah ile olan bağını değil, toplumsal ilişkilerini de olumsuz etkiler. Benliğine kapılmış bir insan, başkalarının görüş ve duygularına değer vermez, adalet duygusunu kaybeder ve çevresindeki insanlarla olan bağlarını koparır. Bu da bireyi hem dünyada hem de ahirette yalnızlığa ve hüsrana sürükler.
İslam, enaniyeti terk ederek tevazu sahibi olmayı emreder. Hz. Peygamber (sav), ümmetine her zaman tevazuyu öğütlemiş ve şöyle buyurmuştur; "Kim Allah için tevazu gösterirse, Allah onu yükseltir. Kim de kibirlenirse, Allah onu alçaltır." (Müslim, Birr, 69)
Tevazu, insanın kendini Allah’a ve yaratılmışlara karşı aciz bir kul olarak görmesi, sahip olduğu nimetlerin Allah’tan geldiğini bilmesiyle başlar. Bu bilinç, insanın Allah’a daha samimi bir şekilde yönelmesini sağlar ve kalbini dünyevi hastalıklardan temizler. Nitekim Yunus Emre’nin şu sözü, tevazunun derinliğini anlamamızda yol göstericidir. "İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır."
İnsan, her şeyin Allah’tan geldiğini idrak ederek enaniyetten uzaklaşabilir. Tevhit inancı, kişinin Allah’a olan teslimiyetini artırır ve kibirden uzaklaştırır. Sahip olunan her nimetin Allah’ın bir lütfu olduğunu bilerek sürekli şükretmek, kibir duygusunu engeller. Hatalar karşısında hemen tevbe etmek ise benliği terbiye eder.
Allah’ı anmak, insanın kendini unutarak O’na yönelmesini sağlar. Bu da benlik duygusunu zayıflatır ve kalbi temizler. Zekât ve sadaka gibi ibadetler, kişinin malını ve benliğini paylaşarak topluma hizmet etmesine vesile olur. Bu da kibir duygusunu yok eder.
"Ne oldum değil, ne olacağım" duygusu; insanın dünyevi başarılarına kapılmadan, her zaman hesap vereceği bir günün geleceğini unutmaması gerektiğini hatırlatır. Enaniyet; insanı bu hakikatten koparan en tehlikeli duygulardan biridir. İslam, bu duyguyu bir "manevi vampir" gibi görür ve insana tevazu ile hareket etmeyi emreder. Çünkü ancak tevazu ile Allah’a ve insanlara yakın olunur; benliğin ağırlığından kurtulup hakiki huzura ulaşılır.
Unutulmamalıdır ki, insan kendini ne kadar büyük görürse görsün, hakikatte her şey Allah’a aittir. Bu hakikati unutmayan bir insan, her daim dua ile Rabbına iltica eder ve böylece de yücelir. Nasıl bir hayat yaşanacağını kişi kendi belirleyemez. İnsan kendisine sunulan yol haritasına göre yürür, yürüyen insandır ama rotayı tayin eden Yaratandır. Tarihi tecrübeler bu hakikatlerin şahididir.
Doğru kural; "Ne oldum değil, ne olacağım" düşüncesinde olmaktır. Yaratanın verdiği gücü ve görünmeyen yetkiyi, şahsi ihtiraslar için hebâ edenler; çok kısa zamanda kahru perişan olurlar. İnsanın en büyük düşmanı "Enaniyet"tir. Kendini aşamayan insanların nefsi gıdası olan enaniyet; insan için görünmeyen "Vampir"dir. Bu Vampir, insana yaptıklarını göstermek ve yaşattıklarını yaşamak için vardır.
İmkân, makâm, mekân, ünvan sahipleri enaniyet içerisinde olurlarsa; sahip oldukları bu nimetler kendileri için en tehlikeli ve etkili düşman olur. "Hiç kimse yaptığını görmedikçe ölmez" fermanı hem tecrübedir, hem de ilâhi hakikattir. Bu hakikati bilmek; insana balans ayarı yapmaya yetecektir. Nefsin gıdası olan "Enaniyet" insanın en büyük ve etkili düşmanıdır.
Nefsin en büyük gıdası olan enaniyet; insanı Allah’ın yolundan alıkoyan bir perde gibidir. İnsan bu perdeyi kaldırmadıkça hakikati göremez, Rabbine yaklaşamaz. İslam, insanın bu perdeden kurtulması için nefsi terbiye etmeyi, enaniyeti bırakmayı ve tevazu ile hareket etmeyi emreder. Çünkü ancak benlik duygusundan sıyrılan bir insan, hakiki huzura ve kulluğun derinliğine ulaşabilir.
Her daim hatırlamak gerekir ki; insan ne kadar büyük görünmeye çalışırsa çalışsın, Allah’ın huzurunda bir hiçtir. Bu hakikati unutmayan bir insan; Rabbi ile arasındaki bağı güçlendirerek nefsin esaretinden kurtulur ve şu ilâhi hakikatin anlamını daha derinden kavrar; "Kim kibirlenirse, Allah onu alçaltır; kim tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir."
Nefis; insanın en temel zaaflarının ve arzularının kaynağıdır. Ancak bu zaaflar doğru bir şekilde terbiye edilmediğinde; insanı Allah’tan uzaklaştıran, ruhunu zayıflatan bir şekle bürünür. Nefsin en temel gıdası; "enaniyet" yani benlik ve kibirdir. Nefis; enaniyetle beslendikçe güçlenir, insanı hem dünyada hem de ahirette hüsrana sürükler. Bu yüzden İslam; nefsi terbiye etmeyi ve enaniyeti terk etmeyi insanın kulluk yolculuğundaki en önemli vazifelerden biri olarak görür.