(Dünden devam)
Nevzat Ağabey’de de benzerini gördüm. Sözünü ettiğim yazısında şöyle diyor:
” İlk neşir yıllarından bu yana çok şey değişti. Bol olan abonelerimiz önemsiz miktarlara geriledi. Beşyüzlerde olan Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kütüphâneler Genel Müdürlüğü’nün Halk Kütüphâneleri için abone adeti bu senelerde 151 adet olarak uygulanır oldu.”
Düşününüz; koskoca bir Kültür Bakanlığı, Türk fikir ve edebiyat dergiciliğinin Anadolu’daki bu gür sesini filizlendirmek için, ondan 151 tane satın almayı hizmet sanıyor.
Mehmet Çınarlı demişti ki: “ Bakanlık, Hisar’a abone oluyor. Ardından da, bunları posta ile taahhütlü göndermemizi istiyor. Ankara’nın içinde, dergilerin elden teslimini kabûl etmiyor. Böylece, dergiden alacağımız para da posta masrafına gidiyor.”
İşte, Türkiye’deki dergiciliğin ve ciddî edebiyatçılığa verilen değerin hulâsası budur! Demek ki, değişen hiçbir şey yoktur!
Nevzat Ağabey devamla, bir başka “ acı gerçeği” de dile getirerek şunları söylüyor:
“ (...)Erciyes Dergimizin Türk kültürüne hizmet maksadımız yanında, üniversite öğretim üyelerinin yazılarını neşrederek, onların doçent ve profesör olmaları için ihtiyaçları olan makale neşretmelerine imkân sağlamak da ön plânda idi. Bu sebeple, gelen yazılarla Erciyes bir üniversite neşriyat organı gibi çalışıyor ve hizmette bulunuyordu.”
Nevzat Ağabeyin sözünü ettiği kişiler, bu cümlelerin “tahlilini” yapamayacak mizaçta olabilirler mi? Hiç sanmam! Ammâ; bu kadar ihmâle de “ Pes doğrusu! “ derim. Böyle bir hizmete iştirak, bu sözler söylenmeden, ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yardımı da beklenmeden; bizzat, evet bizzat üniversitelerin ilgili bölümleri yâni başta Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümleri tarafından yapılmalıydı. Sâdece Erciyes Dergisi’ne mi? Kat’iyyen! Hepsine!..
Bu kadar vurdumduymazlık ve bananecilik içersinde, yeşermeye çalışan bir filizi seyretmek, inanınız ki, onu koparmakla eşdeğerdir. Bir "avukat” ile bir "inşaat mühendisi” , Türk dilinin, Türk edebiyatının, Türk san’atının ve Türk kültürünün mesafe alması, gelişmesi ve cihânşümûl olması için çırpınıp didinecekler, bu işi asıl meslek edinenler, belli maksat ve hedeflerini elde ettikten sonra, ona bîgâne kalacaklar, olacak iş mi?
Samsun’da, birkaç sene önce, dergicilik ile ilgili ve hemen hemen tamamı Samsun hâricinden dâvet edilen konuşmacılardan meydana getirilerek yapılan bir panelde, konuşmacılardan sâdece biri, bir defa “ Hisar Dergisi” dedi ve hiçbiri diğer dergilerin ismini dahi anmadı. Yanımda, kıymetli ağabeyim Yavuz Bülent Bâkiler de vardı, şâhittir. Kendisine, bir-iki göz attım, huzursuzdu fakat sesini çıkarmadı. Panel sonunda söz alıp, kırk seneyi aşkın bir zamandan beri yazmakta olduğum, Hisar’ın yanında Türk Edebiyatı, Çağrı ve Erciyes Dergileri’nden niçin hiç söz edilmediğini; bunların, Türk dili, edebiyatı ve fikir hayatı üzerindeki hizmetlerinin nasıl unutulabileceğini ifade ettim.
İsmini, reklâmı olmasını istemediğim için yazmayacağım, İzmir’den gelen bir konuşmacı, bana hitaben:
“ Beyefendi niçin alınganlık gösterdi, anlayamadım!” diyerek mes’eleyi geçiştirmek istedi. Panel bitip, avluya çıktığımızda, tesadüf bu ya, yan yana yürüdük. Bu zat dedi ki : “Şu Erciyes Dergisi’nin de, nesi var anlayamadım ?” Tabiî ki, söz bana idi. Dedim ki: “Siz, daha dergileri tanımıyorsunuz; bir de kalkmış konuşmacı olarak bir panele katılıyorsunuz. Erciyes Dergisi, Türkiye’de, en çok makale yayınlanan dergilerimizin başında gelir.”
Bunun üzerine, yanındaki arkadaşı kolundan tutarak kendisini çekti. “Doğru söylüyor” dedi. Ve o zat, sesini kesti.
İşte; böyle bir memleket manzarası karşısındayız. Kim nerededir, ne yapıyor, bu işler nasıl yürüyor belli değildir. Külfeti çekenle, nimeti üleşen apayrı cenahlardadır.
Benim, Erciyes Dergisi ile münâsebetim, 1987 Haziran sayısında, onda ilk şiirimin yayınlanmasıyla başladı. Bunu, yukarıda da ifade ettim. Demek ki, çeyrek asrı aşan bir süredir onunla beraberim. Bu durum, elbette ki, bir gönül muhabbetinin eseridir. İdârî kadronun ve yazı kadrosunun maharetidir.
Bilinmelidir ki, bu yolda yürüyenler, muzdarib/çileli insanlardır. Nevzat Ağabey de öyledir. Hep düşüncelidir. Bir yerlere, hizmet maksadıyla ulaşmak gayretindeki gönül adamları böyledir. İçinde, yaşadığı cemiyete dâir endîşeleri kıvır kıvır, buram buramdır. Bilge insanlardır da, bunu kimseye sezdirmek dahi istemezler.
Bâzıları, bu hayatı dopdolu yaşamayı, ötede beride vakit öldürmek/zaman doldurmak/geçirmek veya harcamakla eş mânâda değerlendirirken, Nevzat Ağabeyler, bu cemiyetin bütün sıkıntılarını nabızlarında hissederek gecelerini de gündüzlerine katmak gayretindedirler.
Elbette ki, târih, herkesi kendi niyeti ve ameliyle tartacaktır. Erciyes Dergisi’ne harcadığı bir ömrü, inanıyorum ki, O’na, hazîneler değerinde kıymetlerle dönecektir.
Nevzat Ağabey’le ilk tanışmam, Kayseri’de, 1992 yılının 6 Haziran gecesi, Erciyes Şiir Şöleni’ndedir. Üniversitenin konferans salonu tıklım tıklımdı ve Nevzat Ağabey, salonda oturduğum yerde: “ Ben, Nevzat Türkten” diyerek kendini takdîm ettikten sonra, “ Hoşgeldiniz! Nasılsınız!” diyerek de hâl-hatır sordu. Tabiî ki, bu ayaküstü hâlleşmeden gayrı, zaman darlığı sebebiyle görüşemedik ve şölenden sonra da Kayseri’den hemen ayrıldığım için ikinci defa yüzyüze buluşmamız yirmi sene sonraya ertelenmiş oldu.
Her şey nasipledir! Elimizde ne var ki!
2012’nin Mayıs ayında Kayseri’deydim. 28 Mayıs günü , Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Yard. Doç Dr. Burhan Sevim ile, kendisini, Erciyes Dergisi’ndeki idâre-hânesinde ziyâret ettik. Erciyes Dergisi’nin musahhihi, oğlu Mahmuthan Türkten, bizim için âdeta kanatlanıp uçtu. Gösterdikleri misâfirperverlik, elbette ki, özde Kayseri’ye aittir ammâ, Türk millî benliğinin özsuyu / mayası, Türk kültürünün ihtişâmıyla ancak ölçülebilirdi.
Ardından; her parmağında binbir mârifet bulunan, Erciyes Dergisi’nin Genel Yayın Müdürü Âlim Gerçel Bey, hediyeleriyle yanımızda belirdi. Ehh! Muhabbette güzellik, ancak gönül dostlarıyla keyif verir değil mi? İşte bu keyfi, Erciyes Dergisi yazıhânesinde beraberce yaşadık!..
(Devamı yarın)