TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar
NUR’u MUHAMMED’İ (2)
Bu kadın, Abdullah’ın yüzünde parlayan nübüvvet nuruna hamile kalmak, o nuru taşımak ve gelecek peygamberin annesi olabilmek için, Abdullah’a “ Nereye gidiyorsun ey Abdullah ?” diye sorar. O da, “Babamla bir yere gideceğiz.” cevabını verir. Kadın; “ Sana senin canına bedel.
Kesilen yüz deveyi geri vereyim. Gel şimdi benimle ol.” Diyerek ona yakınlaşmayı teklif etmiş. . .
Diğer bir rivayette ise; “Abdülmuttalib, oğlu Abdullah’ı evlendirmek üzere oğluyla yola çıktığında, Yahudileştirilmiş Tübâle halkından kâhine bir kadına uğradı. Bu kadın semavi kitapları okumuştu. Kendisine Fâtıma binti Mürr el –Has’amiyye denirdi. Kadın Abdullah’ın yüzündeki nübüvvet nurunu fark etti. Bunun üzerine ona “Ey genç! Şimdi benimle olursan sana yüz deve veririm.”dedi.
Abdullah ise kadına şöyle karşılık verdi;
Haram işlemek mi, ölürüm daha iyi!
(Haramın acısı, ölümün acısından daha hafif kalır)
Helale gelince, ortada bir helallik yok ki tanıyayım.
Saygın olan insan, ırzını ve dinini korur,
Bu durumda senin istediğin şey benim için nasıl mümkün olabilir ki ?
Sonra Abdullah babasıyla birlikte gitti. Babası onu Âmine binti Vehb Abdimenaf b.Zühre ile evlendirdi. Abdullah eşi Amine’nin yanında üç gün kaldı. Daha sonra, Abdullah’ın nefsi, onu Has’am’lı Fâtıma’nın kendisini davet ettiği şeye çekti. Abdullah o kadının yanına geldi. Bu defa kadın ona hiçbir şey söylemedi.
Abdullah ;”Bakıyorum da geçenlerde bana teklif ettiğini şimdi teklif etmiyorsun.” Dedi.
Kadın; “Sen kimsin” diye sorunca. Abdullah ”ben falanım” dedi.
Ancak kadın ;”Hayır, sen o kişi değilsin, Çünkü o gün alnında gördüğüm nuru şimdi göremiyorum. Benden sonra ne yaptın?” Diye sordu.
Abdullah; “Babam beni Âmine binti Vehb ile evlendirdi. Ben de Amine’nin yanında üç gün kaldım” dedi. Olanları anlatınca kadın; “Vallahi ben (iffeti)şüpheli bir kadın değilim. Ama senin yüzünde bir nur görmüştüm ve o nurun bende olmasını istemiştim. Ancak, Allah onu başka bir yere değil , kendi murad ettiği yere (evlendiğin eşine) tevdi etti.. . Git eşin Amine’ye ve ona, yeryüzünün en hayırlısına hamile kaldığını haber ver.”dedi ve ardından şu beyitleri sıraladı.
Gürleyip yağmak üzere olan, şimşekler çıkaran bir bulut gördüm.
Koyu yeşil renkle bir yağmur sağanak sağanak boşalıverdi.
İndirdiği suyun bir nuru vardı.
Dolunay gibi etrafını aydınlatıverirdi.
O şan benim olsun ümit ettim. İtiraf ediyorum. (onu elde etmiş olarak döneyim istedim.)
Fakat her çakmak taşını çarpan, ateş yakamaz ki ? (Her kez matlubuna ulaşamaz ki.)
Allah’a yemin olsun ki, senin iki elbiseni çekip alan o Zühreli Kadın (Amine)
Neyi aldığını o da bilmez ki! (Ne kadar değerli bir şeyi aldığının) farkında bile değil.!
Ey Haşim oğulları! Aminecik sizin kardeşinizle sarmaş dolaş oynaşırken ondan (nuru) kaptı.
Yağa batırılmış fitiller söndükten sonra lambadan ayrıldığı gibi. . .
İnsanın her sahip olduğu şeref sadece onun kendi azm ü gayretiyle olmaz.
Her kaçırdığı şey de onun gayretsizliğinden, gevşekliğinden değildir.
Bir şeye talip olduğun zaman güzellikle talip ol ! Makul ol.
İki nasibin birbiriyle mücadelesi senin yerine kavgasını verir.
Ya sımsıkı cimri bir el, ya da apaçık çömert bir el !
Hz.Âminecik ondan ihtiyacını giderdikten sonra,
Gözüm onu (Abdullah’ı) görmez oldu. dlim onu anmaz oldu !.
Hz. Âminecik Ondan alacağını aldığı zaman, öyle bir Fahir almış oldu ki.
O Fahrin ikincisi yoktur. Bir benzeri bulunmaz.
Görünürleri göremeyenlerin, Ay gibi umumun nazarına muhatap bir kütlenin ikiye bölünüşünü, tekrar birleşişini müşahade etmişken,İlmi delillerle bu gün tespit edilebilmişken, daha nice yüzler mucizeyle ortaya çıkan, hayat menkıbesinde, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de zuhur eden Mucizeleri göremeyenler, görmek istemeyenler,geçmişte olduğu gibi, bu günde olacaktır. Ne var ki, İman edenlerin imanları, Onları CENNETE. İmansızların KÜFRÜ’de onları CEHENNEME taşıyacaktır.