Oğlum Tosun!..

Hey gidi günler...

Bilenler bilir....

Yıllar önce Samsun'un, vurduğu yerden ses getiren Denge gibi günlük bir gazetesi vardı...

Sesi gür çıkıyor diye şeyini kestiler...

Resmi ilanını...

***

Gazetecilik de masraflı bir iş...

Öyle her babayiğidin harcı değil yani...

Ya arkanda piyasadaki mevcutlar gibi dayıların olacak ya da kağıtçı, kalıpçı malzemeci birinin kızını alacaksın!..

Aksi halde peynir gemisi yürümüyor...

Üstelik suyun başını da devler tutmuş!..

(Ben ne dediğimi biliyorum. "Devler tutmuş" dedim… "Develer" değil!..)

***

Zat-ı muhteremler, bizim resmi dalgamızı keserek yayın hayatımızı bitirdiler...

Gazetenin tek gelir kaynağı  resmi ilan olunca...

İster istemez bir yerlere de bağımlı kalıyorsun...

Oysa "Bağımsızlık" bizim karakterimizdir...

***

Bunu bildikleri için gazeteyi kapatana kadar türlü numaralarla binbir dereden su getirdiler...

Getirdiler diyorum... “Getirdi” demem lazım...

Çünkü Samsun Valiliği yaptı bunu...

***

Yok, yok! O değil...

Sayın Hasan Basri Güzeloğlu'nu biz hiç vali olarak görmedik, göremedik!..

Allah"ı var!

Bizdeki yazışmalara göre Samsun Valisi ile sizinki aynı değil!..

Bizim Valimiz Raif Özener'di...

Bütün evrakların altında onun imzası vardı çünkü...

Paşa'ydı Özener...  Sizin Vali'nin paşası!...

Eli yanmasın diye paşayı sürerdi öne...

***

Dünkü yazıda eski günlerden söz etmiştim...

Bayağa bir ilgi çekmiş...

 O zaman bu anı paylaşma işini bugün de sürdürelim...

Size ilginç bir olay daha anlatayım mesela...

***

Bir gün yine bir sıkıntı yaratmışlar demek ki, valilikteyim...

Sayın vali telefonla bulunduğum odadan birini aradı...

Benim de orada olduğumu öğrenince "Yanıma gelsin" demiş...

Oradaki çalışan müdüreye, "Şu an müsait değilim, daha sonra ben ararım Sayın Valiyi" dedim...

***

Paniklediler...

Vali emredince gidilirmiş...

"O sizin valiniz, siz de onun memurusunuz...

Tabi ki, çağırınca gideceksiniz"

dedim...

"Ama ben kimsenin memuru değilim"

***

Aslında konu nereden açıldı, nereye geldi...

Hayırlı bir iş için görüşmek istemişti Sayın Vali de...

O günlerde yeni baba olmuşum...

Anneyi arayıp kutlamak istemiş duyarlı Vali!..

Nikah şahidi ya!..

***

Ama size hiç tavsiye etmem...

Tutmuyor çünkü bazılarının şahitlik yaptığı nikahlar!..

Yoldan geçen birini şahit yapın daha iyi!...

Belki gazeteniz veya işyeriniz kapansa bile...

En azından evliliğiniz kurtulur!..

(Tamam ya, benim de kabahatim var. Yetim bulduk diye bütün suçu Vali"ye yüklemeyelim)

***

Neyse...

Biz dönelim gazete meselesine...

Vurduğu yerden ses getiren Takip Gazetesi'nin arkasında dayısı filan yoktu ama müthiş bir yazar kadrosu vardı...

İsimleri burada saysam "aaa" dersiniz...

Kimler yoktu ki...

Kadroyu sayayım da küçük dilinizi yutun:

 ***

Kalede Ali Orhan...

Geri dörtlüde Resul Akçay, Yavuz Nufel, Mahiye Morgül, Aslan Batur...

Orta sahada Şenol Katkat, Hümeyra Ulubay, Serkan Birben, Okan Dilek...

Sağ kanatta, Osman Kara, Necmi Hatipoğlu, Hamit Seven...

İleri uçta, Ferda Yurtseven, Orkun Levent Boya, Nusret Sağlam, Okan Baş, Nuray Erçağan...

Bizi saymayın zaten!.. Kadro müthiş...

***

Yine bir gün vallikte toplantı var...

Allah selamet versin, Vali Yardımcısı Mustafa İngenç başkanlık yapıyor...

İl Basın Kurulu'na seçilecek gazeteciyi belirliyoruz...

"Yerel gazeteleri nasıl buluyorsunuz" diye sordular Sayın İngenç'e...

Verdiği yanıt üzerine ortalık karıştı...

***

Çok kibardı, tam bir devlet adamıydı Sayın İngenç...

Yerel gazeteleri beğenerek okuduğunu söyledi…

Okuduğu yazarları da saymaya başladı...

Ki, kıyamet o zaman koptu zaten...

Saydığı tüm isimler Takip Gazetesi'nin köşe yazarlarıydı...

***

Bilerek yapmadı tabi...

Sayın İngenç aklında kalan yazarları saymıştı sadece...

İhtiyar kurtlar, "Sayın Vali bizi okumuyor musunuz?" diye kırıldılar...

Kıskançlıklarını saklama gereği de duymadılar hem...

Komik durumlara düştüler...

***

Ertesi gün de dandik bir gazetede, Vali Yardımcısı İngenç ve bizimle ilgili ipe sapa gelmez bir yazı çıktı... Çok küçülmüşlerdi... Çukurlaşmışlardı adeta...

Oysa ben güzel yazıyı severim. Ama bu gerçekten berbat bir yazıydı, acemilik örneğiydi ...

***

Yazıda polemiği de severim, hatta polemik üstadı olduğum söylenir…

Ben de  "Oğlum tosun, daha çok toysun" diye cevap verdim onlara…

***

Dedim ki: “Gazeteler, tek başlarına bir anlam ifade etmezler, gazetelere anlam katan okuyucularıdır...

Yani, 30 küsur yıl, hatta daha fazla süreyle gazete çıkarmış olmak, resmi ilandan pay kapmak ve ballı börekleri lüplemek hüner değil!... Gazeteni okutacaksın!..

Ama onun için de önce adam gibi yazacaksın!..

Adam gibi yazmak için ise, önce 'ADAM' olacaksın!..”

***

“Sadece 'Adam'lıkta yetmiyor tabi. Öyle ne bıyıklı-mıyıklı, yaş kemale ermiş koca adamlar gördük!..

Çalakalem sallayan, yazdığının nereye gittiğini bilmeyen andavalılar, nereden bilsin mesleğin inceliklerini!..

Üstelik, yazabilmek ve kendini okutabilmek için erdem, bilgi ve de beceri gerekli...”

***

Velhasıl, gazeteci olmak için, bizim tosuncuklarda mevcut olmayan bir çok şey lazım yani...

Hadi, diyelim bunlar olmadığı halde yazdınız...

Kafanıza göre 'koydunuz' bir yerlere!..

Ama ne oldu? İşte eleverdiniz kendinizi!..”

***

“Gazeteciliğin bir yaşam biçimi olduğunu bilmeyen, bu meslekten nemalanmanın peşine düşmüş cambazlar, yavuz hırsızlık yapıyor akılları sıra...”

***

“Bunlar gazeteciliğe çocuk yaşta başlamışlar belli!..

Tuvalet kapılarına, "Bunu yazan tosun, okuyana bilmem ne..." diye bilinen tekerlemeleri yazarak geliştirmişler kalemlerini!..

***

Ama bunu yazan tosunlar, kendilerine verilen cevabı okumamışlar hala...

Derki, 'Bunu yazan tosun'un devamında;

"Oğlum Tosun

yaşın ilerlemiş ama

daha çok toysun

 

iyi yaz, seni de

 herkes okusun

 

Bugünlük

bunu okuyanlar

sana doysun..."